Bir Perdelik Manzum Komedya)

Yazan: A. Turan OFLAZOĞLU

BİRİNCİ SAHNE

HURİ - OSMAN sen misin?

OSMAN - Benim ana. Sen daha uyumadın mı?

HURİ - Nerde kaldın yine yavrum bu vakte dek? Nerdeyse tan sökecek.

OSMAN - Durmuşla çene çaldık biraz köşe başında. Sen ne diye uyumadın?

HURİ - (Yataktan kalkar, duvarda asılı gaz lambasını yakar, odanın bir başka köşesine serili yatağı göstererek): Uyku mu girer benim gözüme sen yatağa girmedikçe? Ananı bilmez misin? Bin türlü şey gelir aklıma sen evde olmayınca.

OSMAN - Her zaman evde kalamam ya ana! Ne var bunda kaygılanacak?

HURİ - Ayşe’den geliyorsun yine, değil mi?

OSMAN - (HURİ’nin boynuna sarılarak): Etme ana', bekleme beni böyle gece yarılarına dek. Benim yüzümden uykusuz kaldığını bilmek tedirgin ediyor beni.

HURİ- (OSMAN’ı eliyle hafifçe iterek): Bırak beni, Ayşe’den mi geliyorsun dedim sana.

OSMAN - (Evet anlamında susar)

HURİ: O kızdan hayır yok demedim mi sana? OSMAN, yavrum, zenginin gözü zenginde olur. Başka kız mı yok dünyada! Gel vazgeç oğul bu işten. Babası açıkça söyledi, OSMAN kim benim kızımı almak kim dedi, dengini bilmeli herkes, açlığını mı bölüşmek ister kızımla dedi; kestirip attı. O konak, o tarlalar ona sanki babasından kaldı. Ne tez unuttu babamın kapısında çalıştığı günleri, tarlamızda ter döktüğü, ahır temizlediği günleri, dünya böyledir işte; bugün bana yarın sana. Düşmez kalkmaz bir Allah. Rahmetli babanın hastalığı mal mülk bırakmadı elimizde, sattık savurduk.

OSMAN - Sağlık olsun ana, üzme canını. Gün doğmadan neler doğar.

HURİ - Bu kız başına iş açar diye korkarım oğul, herif bir yakalarsa seni Ayşenin penceresi altında, yer yerinden oynar alimallah!

OSMAN - Yakalayamaz ana, korkma yakalayamaz artık.

HURİ - Ne demek yakalayamaz artık? Nedir aklındaki OSMAN? Yoksa

OSMAN - Evet ana, iyi anladın, kaçıracağım Ayşe’yi- Yarın gece. Yemini bol vermeli kır atın.

HURİ - Öldürür, oğlum, ikinizi de vurdurur. Ayağını öpeyim OSMAN’ım, yapma, Ayşe’den başka kız mı yok dünyada!

OSMAN - HURİ’den başka kız mı yoktu dünyada da, babam sende ayak diredi, dedem razı olmayınca, aldı kaçırdı seni, ana!

HURİ - Seni hınzır seni!

OSMAN - Yaa!

HURÎ - O başka bu başka.

OSMAN - Niye başka oluyormuş ana! Dedem Hüseyin Ağa vermedi seni, babam Hurşit kaçırdı. HABİB AĞA vermiyor Ayşe’yi, OSMAN kaçıracak. Böyle gelmiş böyle gider. Kır atın terkisine aldığım gibi tutarım dağ yolunu. Birkaç gün oralarda kalırız. Mahkemeye düşeriz derken. Kızın gönlü oldu mu. Akan sular durur.

HURİ - O kadar kolay değil bu iş, OSMAN. Ben Habib’i bilirim, ne kincidir o! Sağ komaz ikinizi de. Kurbanın olayım, vazgeç bu işten, OSMAN’ım. Üç beş aya kalmaz, askere alırlar seni. Hiç de hoş değil taze gelini yalnız bırakıp gitmek. Hele sen bir askerden gel, Gürpınar’da kız mı yok sana!

OSMAN - Kaçırmazsam, Ayşe gidecek elden, ana. Kızı, Topal Hacı’nın Sıska Cemal’e vermek ister babası, zengin diye, varlıklı diye. Ölürüm de Ayşe’yi kaptırmam ellere, ana! Ben yoksulum, HABİB AĞA söylemeden de belli bu; yoksulum ya, vız gelir bana bunlar Ayşe var diye, Ayşe bir gün benim olacak diye. O benim özlediğim her şeydir, ana. Ayşe gitti mi, nasip de gider, sağanak inse tüm tarlalarına Gürpınar Köyü’nün, damlası düşmez toprağıma. Ayşe gitti mi, kırılır kolum kanadım, uçmaz olur dallarımdan ak kuşlarım bir daha, göksüz kalırım. Ayşe benim özlediğim her şeydir.

HURİ - O nasıl söz, OSMAN’ım! Kırk Ayşe kurban olsun sana.

OSMAN - Tövbe de ana!

HURİ - Ne çabuk da pahaya bindi Habib’in dölü! Aklın fikrin onda. Ananı hiç düşündüğün yok, bakıyorum da.

OSMAN - Senin yerin başka, ana, onun yeri başka.

HURİ - Sana bir şey olursa, tek başıma ne yaparım ben, hiç akima gelir mi?

OSMAN - Bana bir şeycik olmaz ana, korkma.

HURİ - Bir şeycik olmazmış! Olmaz inşallah ya, sen Ayşe’yi kaçırmaya kalkarsan, namus te- mizliyeceğim diye, vurdurur Habib seni, hiç kuşkun olmasın.

OSMAN - Elim armut toplamıyor ya benim de!

HURİ - Analar taş doğursun çocuk doğuracağına! Ölüm döşeğinde baban ne dediydi, anan sana emanet demedi miydi? (Ağlar.)

OSMAN - (Dayanamaz, anasının boynuna sarılarak): Ağlama ana, elimi kolumu bağlama ana. Bazan varlığın öyle destek olur ki bana, Gürpınar’da benden güçlüsü yoktur; değil HABİB AĞA, tüm köylü gelse, gözümü kırpmam; coşup coşup at süresim gelir ovalarda, havaya kurşun boşaltasım gelir. Bazan da gücümün kaynağını kurutursun; korkulu bir iş yapmağa kalksam, kaygılarınla gözyaşlarıyla yoluma durursun; yüreğim gevşer, hiçbir şeyi kesmez gözüm. (Anasının yanaklarından şapur şupur öperek) Hadi, de bakayım, kimin anası bu, ha?

HURİ - (Nazlanarak) : Git git; sen unuttun beni, anan varmış yokmuş, umurunda değil artık.

OSMAN - Yalan, gözüm çıksın yalan!

HURİ - Tövbe de! Düşmanların gözü çıksın!

OSMAN - Hay Allah! Bilmem ki ne yapmalı.

HURİ - Üzme canını, OSMAN’ım. Gün doğmadan neler doğar.

OSMAN - Ayşe de ödlek belliyecek beni.

HURİ - Niyeymiş?

OSMAN - Ölürüm de varmam, diyor, Sıska Cemal’e; paran yoksa, yüreğin de mi yok diyor. Ben nasıl bakarım onun yüzüne, nasıl derim: seni kaçırmaktan vazgeçtim, anam razı gelmiyor, korkuyor baban beni vurdurur diye, iki gözü iki çeşme. Ne der bana böyle dersem Ayşe’ye, sen ne derdin babam sana böyle deseydi, ana?

HURİ - (Konuyu değiştirme çabasında): OSMAN’ım, yarıda kalan okulu tamamlaşan, dişimizi sıksak da bitirsen şu liseyi? Sonra İstanbul’a da giderdin, o yüksek okullara. O zaman kız mı yok sana, elini sallasan ellisi.

OSMAN - Neyle, hangi, parayla bitireyim okulu, ana? Babam, rahmetli, sağ olaydı, belki... Hem Ayşe’den başkasında gözüm yok benim.

HURİ - Birkaç dönüm tarla satsak?

OSMAN - Tarla mı satsak, ana? Kime, HABİB AĞA’ya mı?

HURİ - Ondan başka kimde var ki para?

OSMAN - Bırak ana, bırak! Elde sürecek toprak kalmaz, her sıkıştıkça tarla satarsak. Allah kahretsin! Onun babası değil de, başka biri olaydı şu herif...

HURİ - Kim?

OSMAN - Kim olacak, HABİB AĞA! Kızını vermiyor diye ne denli kızsam da; kinim doludizgin boşanmıyor üstüne, Ayşe’nin babası diye.

HURİ - Başlama yine! Habib haym adamdır, kincidir mincidir ya, sıkışınca yardım eder fakire fukaraya.

OSMAN - Nasıl yardım eder, ana? Satın alır tarlasını, değil mi? Toprak kalmadı, köylünün elinde, HABİB AĞA’ya geçti.

HURİ - Zorla almadı ya, oğlum, parasını verdi, aldı. Sıkışan köylü de bir gediğini kapamış oldu böylece.

OSMAN - İşte o zaman olan oldu, kapanan gedik uçurum açtı geride: köylü toprağından oldu. (Dalgın) Ben Ayşe’ye ne derim, nasıl bakanm yüzüne... Seni kaçırmaktan vazgeçtim. Anam istemiyor...

HURİ - Anam istemiyor demen şart değil ya! “Az daha bekleyelim, bir yolunu buluruz” de, “kaçıp da n’olacak” de, “ilk gecemiz belki tatlı geçecek dağ başında, derken baban adam salacak ardımızdan, candarmalar peşimize düşecek, sürüneceğiz mahkemelerde, ilk gecenin tadı burnumuz­dan gelecek, bin pişman olacağız.” Böyle böyle de Ayşe’ye. İstersen ben söyleyeyim babasından gizli. “Benim de başımdan geçti kızım” derim, “az daha sabredin, bir yolunu buluruz” derim.

OSMAN - (Uykulu) : Öyle mi yapsak ana?

HURÎ - (Sevinçli): Ya; OSMAN’ım. En iyisi bu. Ben yarın görürüm onu, bir bir anlatırım. OSMAN - (Esner) : Sen bilirsin, ana.

HURİ - Hadi sen yat artık, yavrum. Sabah ola, hayır ola. (OSMAN yatağına girer. Uyuyuverir.) Anan sana kurban olsun, OSMAN’ım, öksüzüm benim, ne yıkımlardan arta kalanım. (OSMAN’ı yanağın­dan öper.) Mevlâm bir kapı açar elbet. Kul bunalmayınca Hızır erişmezmiş. (Lambayı söndürür, yatar.)

OSMANIN DÜŞÜ

(Sahnenin gerisi. Yıldızlı bir gök altında, bir tümseğin üstünde, ak sakallı, kişide öte-duygusu uyandıran heybetli bir koca, derinlerden gelen bir sesle konuşur. Söyleyişine uygun, sözlerini nere­deyse görünür kılan bir müzik kullanılırsa iyi olur.)

AK SAKALLI - OSMANOSMAN! En iç gözünü aç; sıyrılsın görüşün uyku bulutlarından, anlam kuşlarının ardına düşsün; yeşersin nasibin ağaç ağaç geleceğin karanlık ormanlarında bütün. OSMANOSMAN! En iç gözünü aç; engel duvar çeker ya dört yanından, kaygılar elinde çırpınır ya gönlün, başına göre yıldız kakmalı bu taç tutarsan özleminle yukarları bütün. OSMANOSMAN! En iç gözünü aç. Dudakların görünmesin konuşmaya durursan, sözlerin gece dallarından dökülsün; kendi doğundan ışıyan amaç aydınlığına çeksin yürekleri bütün. OSMANOSMAN! (Sahne ağır ağır kararır.)

İkinci Sahne

(Bir köy kahvesi : masalar, iskemleler, bir köşede çay ocağı; duvarlarda Atatürk’ün, Gazi OSMAN Paşa’nın ve öbür Tük kahramanlarının portreleri ve iyice görülebilecek bir yerde, okunaklı harf­lerle yazılmış bir “ ALLAHIN DEDİĞİ OLUR” levhası. Masalarda kahve, çay içen, çene çalan, iskam­bil oynayan köylüler, “yek”, “düşeş”, “dubara” sesleri. OSMAN girer, dalgındır. DURMUŞ’un masa­sına oturur. Köylüler, OSMAN’a candan ilgi gösterirler.)

BİRİNCİ KÖYLÜ - Merhaba OSMAN.

İKİNCİ KÖYLÜ - Merhaba OSMAN.

ÜÇÜNCÜ KÖYLÜ - Ne var ne yok OSMAN?

DÖRDÜNCÜ KÖYLÜ - Ne var ne yok OSMAN? (OSMAN her birine baş işaretleriyle karşılık verir.)

DURMUŞ - Ne haber OSMAN; iyisin ya?

OSMAN - İyiyim. Seni sormalı.

DURMUŞ - Benden de iyilik sağlık. (Usulca) Nasıl, hazır mısınız?

OSMAN - Neye?

DURMUŞ - Bu gece tamam mı diyorum? Nen var senin OSMAN? Yoksa bir şey mi oldu? Vaz mı geçti?

OSMAN - Ha; yok canım. O dünden razı. Beni kaçır diyen kendisi.

DURMUŞ - Ee?

OSMAN - Anamın yüzünden. Ağladı sızladı. Babası sağ komazmış bizi, yazık olurmuş ikimize de. Ben ölürsem ne yaparmış tek başına, neler de neler... Ayşe’yle konuştu.

DURMUŞ - Kim, anan mı?

OSMAN - Evet. Bugün öğle üstü çeşme başında görmüş Ayşe’yi.

DURMUŞ - Peki Ayşe ne demiş?

OSMAN - Ne desin. Doğrusun demiş, iyi düşünürsün demiş, demiş ya, benim içim rahat değil; kızmıştır Ayşe bana, korktum sanmıştır. Hepten ödlek belleyecek beni.

DURMUŞ - Yok canım, sen de. Bana sorarsan, iyi ki vazgeçtiniz bu işten, OSMAN. Neden der­sen, adam zengin. Üstelik namazında orucunda, teşbih elinden düşmez, bilirsin, köylü sayar kendisi­ni, yüksek yerlerde bir sürü adamı var, kazada dersen öyle, şehirde dersen öyle; sen nasıl başa çıkarsın böyle biriyle?

OSMAN - Hayrola Durmuş, ne çabuk değişti ağzın! Sen değil miydin daha dün “kaçır” diyen, “Ayşe Sıska Cemal’e yaramasın” diyen?

DURMUŞ - Doğru, bendim, bendim ya, bu sabah düşündüm de sakat buldum bu işi. Neden dersen, köylü sana düşman kesilecek; yardım etmediği kimse yok şu Gürpınar’da. Benim düğünden önce sıkışmıştık da...

OSMAN - Ee? Yardım etmişti o da, satın almıştı senin Sulak Tarlayı, değil mi Durmuş?

DURMUŞ - He ya, Sulak Tarlayı... (Bir tuhaf olur.) İyi para vermişti ama! Hey gidi Sulak Tarla hey... Taş eksen buğday biterdi. Umut kesme be OSMAN, sen hele sabret; Ayşe’yi kaptırmayız Sıska Cemal’e, bir yolunu buluruz elbet.

OSMAN - (Dalgın): Hepten ödlek belliyecek beni. “Paran yoksa yüreğin de mi yok”. Şu anam yok mu anam...

DURMUŞ - Ne yapsın kadıncağız OSMAN, ana olmak kolay mı? Dur hele, bıçak kemiğe dayansın, görür o hergele!

OSMAN - (Dalgındır; sahnenin gerisinde, özel bir- ışık içinde görünen AK SAKALLI’nın söz­lerini, kendi içini dinlercesine, izler.)

AK SAKALLI - Engel duvar çeker ya dört yanından, (Görünmez olur.)

DURMUŞ - Sen benim kan kardeşimsin dünya ahret. Biz de bostan korkuluğu değiliz ya, az daha sabret OSMAN, az daha sabret.

OSMAN - (Dalgın)

AK SAKALLI - (Aynı yerde görünerek): Kaygılar elinde çırpınır ya gönlün. (Görünmez olur.)

DURMUŞ - Bıçak kemiğe dayansın, sana yan bakanın... (Masaya uurur)

(HABİB AGASATILMIŞ’la girer. Ağa, kara çember sakallıdır; elinde teşbih, sessiz dua eden dudakları kımıldamaktadır. Kahvedekileri bir bir süzer. Köylüler, bu arada OSMAN’la DURMUŞ da, saygıyla ayağa kalkarlar. Yer yer “buyur Ağa” gibi sözler duyulur. HABIB AĞA, bu türlü şeylere hiç önem vermezmiş gibi, tam bir Allah adamı edasıyla, oturmalarını işaret eder. Bakışları bir süre OSMAN’in üzerinde kalır. OSMAN sıkılır, fakat aşağıdaki konuşma boyunca hep HABİB AĞA ‘yı kollar.)

SATILMIŞ - Çifte çubuğa gidemez oldum ağa, benim alaca öküz öleli. Karı dersen, evde hasta yatar. Çocuklar öksüz kalacak, Allah etmesin, şehirdeki doktora götürmezsem.

HABİB AGA - Kuş uçsa, yaprak oynasa, o bilir. Netsen neylesen boş, takdir yukardan gelir.

SATILMIŞ - Şöyle birkaç yüz lira borç...

HABİB AĞA - Elim dar şu sıra SATILMIŞ. Ama sen. Umut kesme, içini bozma sakın. Mal da yalan, mülk de yalan, hazır ol vaktine, kıyamet yakın. Camiye uğramaz oldun son günlerde, geçen cuma namazında görmedim seni.

SATILMIŞ - Kazaya inmiştim ağa, mahkemeye. Yoksa cumayı kaçırır mıydım.

HABİB AĞA - Ne mahkemesi? Vukuat mı işledin yoksa?

HABİB AĞA - Yok, ağa, ben kim vukuat işlemek kim? Gökkaya’daki tarlanın davası vardı da, bizim karının babasından kalan. Kaynım üstüne yatmak istiyordu da.

HABİB AĞA - Sessiz Murtaza mı? Vay Allah’tan korkmaz! Niye demişler: suyun durgun akanından, insanın yere bakanından kork. İşin yürüdü mü bari?

SATILMIŞ - Çok şükür ağa, bir yolunu bulduk.

HABİB AĞA - Nasıl yani? Hileye sapmadın ya?

SATILMIŞ - Yok ağa, beni bilmez değilsin ya.

HABİB AĞA - Ha şöyle. Kuş uçsa, yaprak oynasa...

SATILMIŞ - Birkaç yüz lira borç versen ağa, şu eksiğimi gidersen ağa. Öderdim harman sonu. Çoluk çocuk ömür boyu duacın olurduk.

HABİB AĞA - Elim dar dedim ya... Kamyonlar işten kesildiler bir bir, İstanbul’a sefer yap­madılar nicedir. Daha önce deseydin, bir yolunu bulurduk, Allah bana, ben sana, ikimiz de kurtulur­duk. Vergiyi yatırdım, para suyunu çekti.

SATILMIŞ - Ah şu vergiler ağa...

HABİB AĞA - O nasıl söz SATILMIŞ! Allah devlete zeval vermesin. Sen vergi vermezsen, ben vermezsem, nasıl ayakta kalır devlet, hükümet? Senin Gökkaya’daki tarlanın verimi nasıl?

SATILMIŞ - Zararsız, ağa. Niye?

HABİB AĞA - Hiç. Yorulmana değdi mi diye sordum. Toprak orda fazla taşlıktır da. Ekilen tohumun çoğu yeşermez de.

SATILMIŞ - Öyledir ya, gözü kör olsun! Bizim karı da bir şey sanır onu, ikide bir başıma kakar, “babamdan kalan tarla olmasa tüm aç kalırdık” der durur. İtin dölü! Karnım doymuyordu sanki onunla evlenmeden.

HABİB AGA - Sen ağzını bozup günaha girmesen... Her şeyde bir hayır vardır. O her şeye birden bakar, senin görüşün dardır. Seni severim SATILMIŞ, bilirsin; işin görülsün isterim. Bu cuma ben kazaya ineceğim, bulur buluştururum senin için. Yalnız, harman sonu ödeyebilecek misin?

SATILMIŞ - Evel Allah, ağa!

HABIB AGA - Ya ödeyemezsen? Beni utandırmayasın elin kazalısına karşı? Sayılan hatırımız iki paralık olmasın?

SATILMIŞ - Ne demek ağa! Yemini billâh ederim, tarlamı satar borcumu öderim! Sen bana yardım et dar günümde, elimden tut, ben de utandırayım seni ha, elin kazalısına karşı hem de.

HABİB AGA - İnsanlık hali SATILMIŞ, belli olmaz. Takdir yukardan gelir, Allah’ın işine karışılmaz.

SATILMIŞ - Tarlamı satar...

HABİB AĞA - (Gözleri parlar): Hangisini? Gökkaya’nın ordakini mi ? O ne eder ki SATILMIŞ?

SATILMIŞ - Ahım şahım bir şey değil ya, öder borcunu yine de, ağa.

HABİB AĞA - Öyle olsun. Seni kıracak değiliz ya. Kaç SATILMIŞ’ımız var şunun şurasında, tosunum!

SATILMIŞ - Hay Allah senden razı olsun ağam, tuttuğun altın olsun, nur içinde yatsın ölmüş­lerin!

BİRİNCİ KÖYLÜ- Ne adam!

İKİNCİ KÖYLÜ - Ne adam!

ÜÇÜNCÜ KÖYLÜ - Fakir babası bizim ağa vesselam!

DÖRDÜNCÜ KÖYLÜ - Fakir babası bizim ağa vesselam!

OSMAN - (Öfkeden köpümnektedir, tam SATILMIŞ çıkarken, yerinden fırlar)

HABİB AĞA - (Hemen atılarak OSMAN’ı karşılar, gözlerinin içine içine bakarak) Ne var ne yok OSMAN?

SATILMIŞ - Bir şey mi dedin yeğen?

OSMAN - Az dur hele. (HABİB AĞA’dan sıkılır.)

SATILMIŞ - Hayrola yeğen?

OSMAN - Sonra söylerim.

SATILMIŞ - Şimdi söyle OSMAN. Saklımız gizlimiz mi var HABİB AĞA’dan?

OSMAN - (Yutkunur, DURMUŞ gelir, koluna girip götürmek ister, birden parlarcasma): Tarlanı satma SATILMIŞ Emmi! (Kahvede bulunan herkes şaşkınlık içinde başını kaldırır, OSMAN’a bakar.)

SATILMIŞ - Neyin var yeğen? N’oldu bu çocuğa, Durmuş?

OSMAN - Satma tarlanı SATILMIŞ Emmi! Sonra nasıl bakarsın çocuklarına, ne yer ne giyer küçük Fazıl’ın, Elif’in toprak böyle dönüm dönüm elden gitti mi, çıkamaz karanlık sulardan geleceğin, soyunu ellere uşak edersin. Tarlanı satma SATILMIŞ Emmi! (Masadan masaya koşar, köylüleri omu­zlarından sarsarak “satmayın! satmayın!” diye haykırır çılgınca. Fakat kimse bir şey anlamaz, daha doğrusu, OSMAN’ı artık farketmezler bile. HABIB AGA, bu sırada, çabuk çabuk teşbih çekip dua etmektedir; OSMAN’ı duyar, ama duymazlıktan gelir. Köylüler yine eskisi gibidirler, kimi tavla, iskam­bil oynar, kimi ikili üçlü konuşur, fakat HABIB AGA söze başlar başlamaz, bir ağızdan onun dedik­lerini yankılarlar. Duruma bir çeşit tören havası verecek bir müzikten yararlanılması.)

HABİB AGA - Kuş uçsa, yaprak oynasa KÖYLÜLER - Kuş uçsa, yaprak oynasa HABİB AĞA - O bilir.

KÖYLÜLER - O bilir.

HABİB AĞA - Netsen neylesen boş SATILMIŞ - Netsen neylesen boş HABİB AĞA - Takdir yukardan gelir.

KÖYLÜLER - Takdir yukardan gelir.

OSMAN - (Boşluğa düşmüş gibidir.): Tutsak şafaklarla mı esrimişler ne! Ulaşmıyor ne söyle­sem onlara; ayaza açmışlar çiçeklerini. Koşulmuşlar HABİB AĞA’nın teşbihine, yalvara yakara yansıtı­yorlar ağanın dileklerini. Sen de mi Durmuş, sen de mi!

HABİB AĞA - Umut kesme, içini bozma sakın KÖYLÜLER - Umut kesme, içini bozma sakın HABİB AĞA - Mal da yalan, mülk de yalan KÖYLÜLER - Mal da yalan, mülk de yalan HABİB AĞA - Hazır ol vaktine, kıyamet yakın.

KÖYLÜLER - Hazır ol vaktine, kıyamet yakın.

OSMAN - (Köylüleri uyarmayı dener bir daha, masadan masaya koşar, var gücüyle bağırarak): Kıyamet kendisi bu adamın! Körlüğünüzü bağlamayın Allah’a. Allah’a kara çalmayın! Sen de ha Dur­muş, sen de ha!

HABİB AGA - Onsuz arayan ne bulur!

KÖYLÜLER - Onsuz arayan ne bulur!

HABİB AĞA - (OSMAN’a baka baka): Elinden geleni ardına koma KÖYLÜLER - Elinden geleni ardına koma

HABİB AĞA - (Duvardaki "ALLAH’INDEDİĞİ OLUR” levhasını okuyarak): Allah’ın dediği olur. KÖYLÜLER - Allah’ın dediği olur. (OSMAN duvardaki levhayı farkeder. Gözleri sevinçten parlar, kafasının içinde bir şeyler arar gibidir. Ön sahneye doğru ağır ağır ilerlerken)

AK SAKALLI (Özel ışığı içre görünerek): Dudakların görünmesin konuşmaya durursan; Sözlerin gece dallarından dökülsün. (Sahne kararır.)

Üçüncü Sahne

(HABİB AĞA’nın odasının kesiti. Sağda ocak, ocağa yakın ağanın yatağı. Duvarda ‘ALLAHIN DEDİĞİ OLUR” levhası ve kilimler ve başka süsler. HABİB AĞA yatmak üzere. Karısı DUDU, mest­lerini çıkarmakta.)

HABİB AGA - Yavaş kız! Eli kırılasıca! Koparacaksın bacağımı. Nerden buldun bu manda gü­cünü, dinsiz!

DUDU - Aman, Habib, sen de! Amma da çıtkırıldım oldun son zamanlarda ha! Hey gidi eski Habib hey!

HABİB AGA - Yenisini ne olmuş Habib’in, kız?

DUDU - Bilmem, pek usul bir adam oldun şu sıralar. Koç mu koyun mu, belli değil.

HABİB AGA - O ne biçim söz gece vakti şeytanın dölü! Kuşkun mu var benden?

DUDU - Bilmem, harın mı eksildi nedir, aramazsın beni, yalnız yatarsın nicedir. Biz o kadar kocadık mı Habib?

HABİB AGA - Seni kızgın kancık seni! Böylesin gerdeğe girdiğinden beri; bir türlü doymak bilmezsin; bir gece koynuma girmesen sanki kül bağlar ateşin.

DUDU - İşlemeyen demir pas tutar, Habib.

HABİB AĞA - Seni hınzır seni! Cevabın da hazır bekler ağzında hani! Hiç altta kalmak istemezsin.

DUDU - Altta kalmak mı Habib? Nerde o günler...

HABİB AĞA - Kanıma kıvılcım düşürme kız! Desene şeytanın yüzü gülecek yine. Hadi kal bu gece, kal. Ayşe neyler?

DUDU - Hiç sorma babası.

HABİB AGA - Niye? Nesi varmış?

DUDU - Yemekten içmekten kesildi, biricik yavrum.

HABİB AĞA - Sebep?

DUDU - Gönül hoş olmazsa Habib...

HABİB AĞA - Gelin gidecek köyün en zengin evine, buldu da bunuyor mu yoksa!

DUDU - Aman Habib, aklın fikrin para! Bizden zengini var mı bu köyde? Başka şey düşünmez misin sen?

HABİB AĞA - Ne gibi başka şey, kız?

DUDU - Ayşe’nin gönlü OSMAN’da, Habib.

HABİB AĞA - Kes sesini kahpenin doğurduğu! Ağzına aldığını duymayayım o itin adını bir daha! Nereye gitse kuyumu kazar.

DUDU - Melek gibi oğlandır OSMAN.

HABİB AĞA - He ya, bir kanadı eksik! İşi gücü düzen bozmak, aykırı gitmek. Camiye ayak bastığını görmedim bugüne dek.

DUDU - İkide bir bunu söylersin herif! Camiye gidiyor da n’ oluyor sanki Topal Hacmin Sıska Cemal?

HABİB AGA - Nesi varmış Cemal’in?

DUDU - Ne^i olacak! Adı üstünde.

HABİB AGA - Onun adı Cemal! Köylünün marifeti o “Sıska” lâfı. Dili tutulasıcalar!

DUDU - Ne diye Sıska OSMAN demiyor da köylü, Sıska Cemal diyor, Habib? OSMAN’ın kesip attığı tırnak olamaz o! Ben bunu bilir bunu söylerim. Aslan gibi oğlan, üstelik okumuş.

HABİB AĞA - Yoksa senin mi gözün var OSMAN’da kız, şeytanı şaşırtan karı!

DUDU - Tövbe de herif, tövbe de! Çarpılırsın. Teşbih elinden düşmez ya, aklın fikrin kötülük. Ayşe’nin gönlü OSMAN’da, Habib. Ölürüm de varmam Sıska’ya, der durur.

HABİB AĞA - Ben kız vermem o baldırı çıplağa! Okumuş da sanki adam mı olmuş! İstan- bullara dahi gitse, en yüksek okulları bir bir tamam etse, ne geçer eline? Söylesene! Benim kamyon­ların bir İstanbul seferi onun bir aylık, ne diyorum! bir yıllık, hah hay! bir ömürlük geliri!

DUDU - Altını bakırla tartmak olmaz, Habib.

HABİB AĞA - Liseyi bile bitiremedi!

DUDU - Babası öldü de ondan bitiremedi.

HABİB AĞA - Okumakta gözü olaydı, bir yolunu bulurdu, malını mülkünü satar, okurdu.

DUDU - Satmadı mı, Habib? Günah, günah! Toprağının yarısı bize geçmedi mi bu yüzden? Anası az mı aşındırdı bizim eşiği, zavallı HURİ kadın? Yolun yol değil Habib, bu işin sonu iyiye varmaz diye korkarım. Alma mazlumun ahım gökten indirir şahini.

HABİB AĞA - Ben kimsenin toprağını zorla almadım ki. Avuç dolusu para saydım karşılığında. Hiç birine “tarlanı satar mısın?” demedim, kendi ayağıyla geldi hepsi de.

DUDU - Onu bunu bilmem Habib, hiç halden anlamaz oldun.

HABİB AĞA - Peki tatlı şeytan, peki. Kal dedik ya, bu gece yanımda yat dedik ya!

DUDU - Demem o değil Habib. Ayşe, tek yavrumuz, aklını oynatacak OSMAN diye. Oğlanın yaktığı türküleri söylüyor gece gündüz. OSMAN’a varmazsam diyor, ölüm gelin gider Topal Hacı’nın evine.

HABİB AĞA - Kızı kendi haline bırakırsan, ya davulcuya varır ya zurnacıya, Aç besleyecek halim yok benim!

DUDU - Benim babam öyle demediydi sana Habib! Madem kızımın gönlü var dediydi, verdim gitti. Habib benim hem damadım hem oğlumdur bundan böyle. Öyle demedi miydi babam, Habib?

HABİB AĞA - Öyle dediydi avrat, öyle dediydi ya, senin niyetin başıma kakmak yine içgüveysi girdiğim babanın evine. (Birden parlar, DUDU’yu kolundan kavradığı gibi, kapıya doğru fırlatarak)

Defol kahpenin dölü, gözüm görmesin! Avrat değil, yılan besliyorum evimde, yılan! Babanın malı birse, ben on kattım ulan! Köyün yarısı Habib’in artık be! Bana bak, git o boyu devrilesice sıpana söyle, ben kiminle dersem onunla evlenecek. Allah Allah! Ölürmüş de varmazmış Sıska Cemal’e -hay Allah! Cemal’e! Aslan gibi delikanlıya! Ne günlere kaldık.:. Bak şu dünyanın işine! Bizim HOCAnın hakkı var mı ne, kıyamet gerçekten yakın mı ne!

DUDU - (inliye inliye doğrularak): Allah’ından bul herif, Allah’ından! Başka bir şey demem. (Çıkar.)

HABİB AGA - Tövbe ya Rabbi, tövbe estağfirullah... (Ocağın kenarındaki lambayı kısar, yatağa girer. Az sonra horuldamaya başlar. OSMANHABİB AGA’nm damında usul usul yürür, sakına sakına. Sağa sola bakınır. Çıt yoktur ortalıkta. Yukarlarda yıldızlı bir sessizlik. Bacaya yaklaşır. Sesini kalınlaştırarak, bacadan içeri seslenir.)

OSMAN - Habib! Habib!

HABİB AĞA * (Yatağında döner, belli belirsiz): Hı?

OSMAN - Uyan Habib; uyan gaflet uykusundan!

HABİB AĞA - (Ağır ağır uyanarak): Ha? Kim o?

OSMAN - Kuş uçsa, yaprak oynasa

HABİB AĞA - (Türküntü içre): Ne! Aman ya Rabbi!

OSMAN - O bilir.

HABİB AĞA - Sen misin yoksa? Vay başıma gelen! Kız DUDU, nerdesin! Ne halt ettim de

dövdüm avradı! Sırası mıydı! Netmeli bilmem ki...

OSMAN - Netsen neylesen boş.

HABİB AĞA - DUDU kız!

OSMAN - Takdir yukardan gelir.

HABİB AGA - (Çaresiz): Sen bilirsin yüce Tanrı. Ocağına düştüm, bağışla suçumu.

OSMAN - Hangi birini Habib?

HABİB AĞA - El kaldırmamalıydım DUDU kuluna, bunca yıldır kahrımı çeken eksik eteğe. Bir cahillik ettim kendimi tutamadım. Ama severim onu, bilmez değilsin ya.

OSMAN - Bilirim Habib, başka şeyler de bilirim!

HABİB AĞA - Niyetim incitmek değildi, ne münasebet! Hemen alayım gönlünü Tanrım, emret!

OSMAN - Hışmım onun için yönelmedi yalnız senin üstüne, ey dinsiz imansız! İşin gücün tâ baştan beri hile, aldatmağa kalkarsın beni bile!

HABİB AĞA - Hâşâ ya Rabbi! Ne haddime!

OSMAN - Habib! Habib!

HABİB AĞA - Buyur ya Rab!

OSMAN - Ulu yazıklar işledin bugüne dek, saymakla bitmez. Ağzınla kuş tutsan artık para etmez. Ona göre bol olacak ateşin de, gerçek!

HABİB AĞA - Nerde? Cehennemde mi?

OSMAN - Yok cennette!

HABİB AĞA - Aman Tanrım, beş vakit namazımdayım, teşbih elimden düşmez; (Yastığın altından tespihini çıkarır çabucak, çekmeğe başlar.) gece gündüz adını zikrederim, sensiz başlayan hiçbir iş bitmez derim. Bilmez değilsin ya; söylemeye ne hacet!

OSMAN - Bilirim Habib, bilirim elbet. Bunun için günâhın daha büyüktür derim, âlet ettiğin için beni kötü işlerine!

HABİB AGA - Ben her işte seni kalkan edindim, sana sığındım ya Rab! Sensiz yola çıkanın hali harap, buyurduğun gibi kitabında. Ama kimsenin namusuna leke düşürmem, gözüm yoktur kim­senin malında, gönlünü kırmam hiçbir kulunun. DUDU’ya gelince...

OSMAN - Şimdi bile bana karşı tilkilik edersin; ha bire odun atar, cehennemdeki ateşini beslersin! Kimsenin malında gözün yok öyle mi, kimsenin gönlünü kırmazsın demek?

HABİB AĞA - Bilmez değilsin ya, koca Tanrı.

OSMAN- Habib! Habib!

HABİB AĞA - Buyur ya Rab!

OSMAN - Göz koyan kim SATILMIŞ’m Gökkaya’daki tarlasına?

HABİB AĞA - Kendisi teklif etti, ya Rab! Yemin billâh ederim dedi, tarlamı satar borcumu öderim dedi, bilmez değilsin ya, söylemeye ne hacet!

OSMAN- Habib! Habib!

HABİB AĞA - Buyur ya Rab!

OSMAN - Göz koyan kim Durmuş’un Sulak Tarlasına?

OSMAN - Kendisi teklif etti, yalvardı iyiden iyiye tarlamı satın al diye.

OSMAN - Habib! Habib!

HABİB AĞA - Buyur ya Rab!

OSMAN - Göz koyan kim dul HURİ’nin Söğütlük’teki tarlasına?

HABİB’AĞA - Kendisi teklif-

OSMAN - (Sözünü keserek): Her işin başında şeytanla bakıştın, beni dahi teşbihinle uyutmaya kalkıştın! Sonra bir yolunu buldun, hepsini kitaba uydurdun. Beni bile uyutmaya kalkıştın, beni bile!

HABİB AĞA - Hâşâ ya Rab! Ne haddime başa çıkmak seninle!

OSMAN - Ateşin büyür, Habib yalım yalım; sonun geldi, karşımda neylersin bakalım.

HABİB AĞA - Sen her şeyi daha iyi bilirsin, ya Rab! Madem razı değilsin; yarından tezi yok, geri satayım tarlasını herkesin.

DURMUŞ - Satmak mı! Ateşin büyür, Habib yalım yalım; ahrette parayla yer al bakalım. Satmak ha!

HABİB AĞA - Yanlışım hoş varsın Allah’a! Satmak da ne söz! Hemen geri vereyim, emret! Pbra filan almadan karşılığında, ne bir faiz, ne bir ücret. Hemen şimdi!

OSMAN - Yat yattığın yerde Habib! Herkes uykuda şimdi, sabahı bekle.

HABÎB AĞA - Emrin baş üstüne ya Rab! Sabah erkenden!

OSMAN - Habib! Habib!

HABİB AĞA - Hayrola ya Rab!

OSMAN - Bir değil günahın beş değil.

HABİB AGA - Hangisini demek istersin bu kez koca Tanrı!

OSMAN - Nice bilirsin beni, Habib?

HABİB AĞA - Yüceden de yüce, ya Rab!

OSMAN - Dudaklarım görünmez konuşmaya durursam, sözlerim gece dallarından dökülür.

HABİB AĞA - (Coşarak): Hey gidi ulu Tanrı hey! Her şeyden arınmışsın, her şeyin üstündesin buyurduğun gibi kitabında!

OSMAN - Bir kulumun, Habib, gönlü kırılsa, gök katlarıyla birlikte sarsılır tahtım; aldırmam dağlar yerinden ayrılsa, yer yarılsa, bir var ki kırılan gönülle kırılırım.

HABİB AĞA - (Duygulanır, ağlamaklı): Büyük dedikçe büyük Tanrı! Acaba kimin gönlünü kırmışım, emret düzelteyim neyse yanlışım.

OSMAN - Bu köyde, Habib, iki gönül var, birbirinin aynası. Boşlukta yalım yalım dönen yıldızlar bu seven gönüllerde gizli gizli yanası. Lanet araya girenlere, Habib, lanet büyüklüğüm kadar!

HABİB AĞA - Ben ettim sen etme, ya Rab! Hemen şimdi!

OSMAN - Yeryüzüne yazdım Habib, kızm OSMAN’a nasip; kıyamet yakın, hışmımdan sakın, gökyüzüne yazdım Habib, kızın OSMAN’a nasip; kıyamet, yakın, hışmımdan sakın, kızın OSMAN’a nasip, kızın OSMAN’a nasip.

HABİB AĞA - Emrin baş üstüne ya Rab! Hemen! Şimdi! (Yataktan deli gibi fırlar. Kapıya doğru koşarken, haykırarak) Kız DUDU! Ayşe! Kalkın kız! Nerdesiniz boyu devrilesiceler! (Birden durur, yukarı doğru) Tövbe ya Rabbi! Kullarını bilmez misin, ağız alışkanlığı, Allah kahretsin! (Ateşe basmış gibi sıçrar yine. Derken kapıya koşarak) DUDU! Ayşe! Kalkın kız! (Dışarı uğrar. OSMAN sakına sakına, bacadan uzaklaşırken).

PERDE Dördüncü Sahne

HABİB AĞA - Bildiğin gibi değil, HOCAm, bildiğin gibi değil, neye benzeteyim, nasıl anlatayım ben sana; duymak gerekir bunu, yaşamak gerekir.

HOCA - (Kıskanç, meraklı): Hadi büyütme, anlat! Ben de anlamazsam, kim anlar bunu?

HABİB AĞA - Ben deyim, dağlar dile gelmiş dört yanımda. Sen de, sesten bir kubbe üstümde gök.

HOCA - Nasıl oldu, onu söyle. Bayağı konuştu mu seninle?

HABİB AĞA - Onun sesi daha yakındı senin sesinden, daha açık, daha belirli, daha kesin; hem dışardan geliyordu bu ses, hem içimden kaynıyordu benim. Yalnız işitmiyordum, görüyordum da.

HOCA - (İrkilir): Neyi görüyordun, sesini mi?

HABİB AGA - Yıldızlar uçuşuyordu tepemde adımı andıkça ikide bir; cennet kokularıyla kendimden geçiyordum.

HOCA - Demek kokusu da vardı bu sesin? Kendinden geçtiğin belli, Habib. Sen şimdi benim soruma karşılık ver de kendine gel biraz. Neler söyledi sana, bir bir anlat. Karşı karşıya mı konuştu seninle, yoksa perde filan var mıydı arada?

HABİB AĞA - (Esrimiş): “Habib! Habib!” diyordu.

HOCA - Ee? Gördün mü yüzünü?

HABİB AĞA - “Uyan Habib’im!” diyordu, “uyan tatlı uykundan.”

HOCA - Sen de uyandın tabi; derken başladınız sohbete, öyle mi?

HABİB AĞA - Kırk yıllık ahbabmışız gibi, HOCAm! Seninle konuşur gibi konuştum onunla, kendi kendimle konuşur gibi.

HOCA - Halt etmişsin Habib! Sen kendi kendinle konuşmuş olacaksın. Her şeyden önce şunu söyleyeyim ki, bir Peygamber Efendimize, bir ona “Habib’im!” diye seslenmiştir yüce Tanrı. “Sevgilim” demektir ‘“Habib’im”, “sevgili kulum” demektir ki, Tanrı bu sözü bir kişiye daha söyle­mek istese dahi, kokmuş Habib’i seçmezdi herhalde. Bula bula seni mi bulmuş şu koca köyde?

HABİB AĞA - Aşk olsun HOCAm! Nemi gördün benim? Hem sen değil misin, parayla imanın kimde olduğu bilinmez diyen?

HOCA - Sonra... Tanrı kimseyle karşı karşıya konuşmamıştır dünya kurulalı. Hazreti Musa Efendimiz, Sina Dağında onunla konuşmak istediğinde, şöyle buyurdu yeri göğü yaratan: “Beni görmeğe dayanamazsın Musa! Yüzümden bir demet ışık düşüreyim de şu çalılığa, gör!” demiye kalmadı, yandı kül oldu dağın yamacı.

HABİB AĞA - (Hazla): Doğrudur! Herkes dayanamaz o kurban olduğum yüzü görmeğe.

HOCA - (Azarlarcasına): Musa Efendimiz dayanamaz da sen dayanırsın, öyle mi, abdestini tutamayan herif!

HABİB AĞA - Tövbe de HOCA, tövbe de! O nasıl söz! İmanın kimde olduğu...

HOCA - Bilinmez yaa, bilinmez! Söyletme beni. Tövbe ya Rabbi, tövbe estağfurullah. Peygamber Efendimiz, o bile yüz yüze gelmedi hiç Tanrıyla; arada perde vardı ikisi konuşurken. Böyle böyleyken, şimdi sen Gürpınar’lı Habib, kırk yıllık ahbabmışız gibi konuştum onunla, diyorsun. Kör şeytan, kör gözüne lanet...

HABİB AĞA - P&rayla imanın kimde olduğu...

HOCA - Kes Habib, kes! Neler söylemiş Rabbim, onları anlat da, şendeki şu kerameti bilelim.

HABİB AĞA - “Uyan Habib’im!” diyordu.

HOCA - Geç onları! Uyan dedi, uyandın. Sonra ne oldu? Neler buyurdu sana?

HABIB AĞA - “Köylü sıkıntıda Habib” diyordu, “elinden tut yoksulların, düşkünlerin; dertli­lerin derdini dindir Habib’im” diyordu, “dulları, öksüzleri sevindir” diyordu.

HOCA - (Alaylı): Nasıl bir yol gösteriyordu sana? “Sabahtan tezi yok, el koy” diyordu her­halde, “köylünün geri kalan tarlasına da!”

HABİB AGA - (Ürkmüş) : Hâşâ HOCA, hâşâ! İşin içinde iş var, aklının ermediği şeye karışma.

HOCA - Halt etmişsin sen! Aklımın ermediği ha? Yarım yamalak bildiğin üç beş duayı kimden öğrendin, Habib?

HABİB AĞA - (Bozulur): Sağ ol HOCAm, eksik olma; ne öğrendiysem senden öğrendim ben.

HOCA - Ha şöyle!

HABİB AĞA - Yalnız, düşman gibi konuştun demin “Köylünün toprağına el koy” derken. Sen değil miydin bana “Aferin Habib” diyen, “Kimse senin verdiğin parayı vermezdi o tarlalara, otursun kalksın da dua etsin sana HURİ kadın, dua etsin SATILMIŞ’ı, Durmuş’u, tüm köylü sana dua etsin!” diyen?

HOCA - İlâhi Habib! Ben senin hakkını yer miyim hiç? Ee... anlat bakalım.

HABİB AĞA - Derken “Habib’im!” diye buyurdu Rabbim.

HOCA (Sert): Habib, demiştir!

HABİB AĞA - “Habib” diye buyurdu koca Tanrı, “Büyük gerçeğe uyanma zamanı geldi. Herkesin hakkını alma zamanı geldi.”

HOCA (Anlamamış): Yani?

HABİB AĞA - “Habib!” diye buyurdu yüce Rabbim, “Kimin toprağını emanet aldıysan, sahibine geri verme zamanı geldi."

HOCA - (Şaşırmış): Nasıl geri verme? Bedava mı?

HABİB AĞA - (Azarlayarak): Yok parayla! O nasıl söz HOCAm! Aklın fikrin dünyalıkta. Başka şey düşünmez misin sen?

HOCA - (Büsbütün şaşırmış): Bak hele! Habib’e de bak sen! Peki, merak edip sormadın mı, madem sonunda geri verecekmişsin, herkesin tarlasını almana neden göz yummuş koca Tann başlangıçta?

HABİB AĞA - Sen bu işlerden ancak bu kadar anlarsın HOCAm. Emanet, emanet olarak almıştım o topraklan ben! Herkes malının değerini daha iyi bilsin diye. Böyle buyurdu her şeyi gören Rabbim. Sonra da, “Bunu herkese açma Habib’im” dedi, “kara bilgisizler anlamaz bunu, sır kalsın aramızda.

HOCA - Eee, Tanrının sevgili sırdaşı, de bakalım. Şimdi ne olacak? Başka neler buyurdu yeri göğü yaratan?

HABİB AĞA - Sabah erkenden haber saldım köylüye. “Yaman bir müjdem var size” dedim. “Beklenen zaman geldi. Toplanın kahvede.” Nerdeyse gelirler.

HOCA - (Kendi kendine): Doğru olmasın? Habib gibi varyemezin biri nasıl toprak dağıtır ona buna? Hastalığını vermez böyleleri.

HABİB AĞA - “Habib! Habib!” diye buyurdu Rabbim, “Bu köyde sevgili bir kulum daha var.”

HOCA - (Umutlu): Kimmiş o?

HABİB AĞA - (işkence edercesine, oralı olmaz): İmanın kimde olduğu bilinmez, HOCAm.

HOCA (Parlarcasma): Anladık be adam! Kimmiş öteki sevgili kul?

HABİB AĞA - OSMAN.

HOCA - Hangi OSMANHURİ’nin oğlu mu? Tarlasını yok pahasına aldığın, yoksul diye kızını vermediğin?

HABIB AĞA - Tövbe de, bilgisizliğini ele verme HOCAm! Aklımın ermediği şeye karışıp boyun­ca günaha girme HOCAm!

HOCA - Vay gözüne dizine durasıca! Sen besmele çekmeyi kimden öğrendin be adam?

HABİB AĞA - Boynuz kulağı geçer HOCAm! (HOCA öfkeden köpürür, kendi kendini yer.) Ne diyordu sesine kurban olduğum... “Habib, Habib’im!” diyordu.., “İki cihanda aziz oldun artık, bu köyde bir o var, HURİ’nin OSMAN, senin kızma lâyık.” (DUDU girer; HABİB AĞA işaret eder, ağa yanma gelir.)

DUDU - HURİ kadın geldi OSMAN’la, kapıda bekliyorlar. HURİ utanıyor kahveye girmeye. Bize mi götürsem?

HABİB AĞA - İçeri buyursunlar! Burası kahve değil, herkesin evi bugün, HURİ böyle bilsin; o da gelsin, sen de gel, kurtla kuzu da gelsin (DUDU ile kapıya gider. HURİ ile OSMAN girer.) Hoş geldin HURİ, sefalar getirdin. Hoş geldin OSMAN’ım, nasılsın, iyi misin? (HURİHABİB AĞAnın bu yakın ilgisine şaşırmıştır. OSMAN heyecanlı.)

HURİ - Sağ olasın HABİB AĞA, seni sormalı.

OSMAN - Eksik olma Habib emmi. Sen nasılsın?

HOCA (Gülerek): Kanat açmış uçuyor keyfinden. (HABİB AĞAHOCAya içerler. DUDU ile HURİ, bir köşede ayrı otururlar. Derken DURMUŞ girer, sonra da SATILMIŞ, daha sonra da. sırasıyla, BİRİNCİ İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ KÖYLÜLER girerler.)

HABİB AĞA - (Candan): Hoş geldiniz ağalar, sefalar getirdiniz! (Herkese sigara ikram eder; derken köylülerin ortasında durarak) Lâfı uzatmıyacağım ağalar, az söz er yüküdür, çok söz hayvan yüküdür, böyle demiş ulular. Dün gece büyük yerden buyruk aldım. (Herkes şaşırmış, birbirine bakar.)

SATILMIŞ - Hayırdır inşallah ağa! Kaymakamdan mı yoksa? (HABÎB AĞA, doruklardan bakarcasma, susar.)

BİRİNCİ KÖYLÜ - Validen olmasın?

İKİNCİ KÖYLÜ - Bakanlardan biri mi yoksa?

ÜÇÜNCÜ KÖYLÜ - Başbakandan olmasın?

DÖRDÜNCÜ KÖYLÜ - Cumhurbaşkanından mı yoksa, ağam? (hiABİB AĞA gülümseyerek susmaktadır.)

HOCA - Ağanı bilmez misin be adam! Daha yüksek dallara konar Habib’in kuşu! (HABIB AĞA, HOCAya içerler.)

HABİB AĞA - Yeri göğü yaratan benimle konuştu dün gece, açıktan açığa buyurdu... (Herkeste şaşkınlık.)

HOCA - (Atılarak): Perde olması gerekir arada!

HABİB AGA - (Kendinden emin): Perde olsun, olmasın, konuştu, ve buyurdu: (Köylü kulak kesilir.) Herkesin hakkını alma zamanı geldi. (OSMAN bile şaşırmıştır.) Herkes tarlasını geri alacak bugün. (Yüz/erde kararsız sevinçler.)

BİRİNCİ, İKİNCİ KÖYLÜ - Ne adam, ne adam!

ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ KÖYLÜ - Fakir babası, Allah adamı bizim ağa vesselam!

HABİB AĞA - Diyordu ki yeri göğü yaratan; Herkesin toprağı kendinin olacaktır, bu geri alınmaz bir haktır. (OSMAN şaşırmış, HABİB AĞA ‘yı seyretmektedir. Ağa, OSMAN’a bakarak) Herkes özlediğine kavuşacaktır, bu geri alınmaz bir haktır. (Hepsine) Eskiden sizin olan ne varsa bende, sizindir yine! (Genel sevinç) Yalnız, (Herkes yine kulak kesilir, OSMAN merak eder.) bir iyilik daha etmek isterim size. Şu köyde bir aile gibiyiz, saklımız gizlimiz yok birbirimizden. Hepiniz eksikler içindesiniz, kiminizin atı öküzü yok, kiminizin pulluğu; sabanla çift sürmeğe gelince, iğneyle kuyu kazmaktır.

SATILMIŞ - Hay ağzını seveyim mübarek ağam, nasıl da bilirsin dertlerimizi! Sözlerinle sevince boğarsın bizi. OSMAN’dan başka HERKES: Hay ağzını seveyim mübarek ağam, sözlerinle sevince boğarsın bizi.

HABİB AĞA - “Habib” dedim kendi kendime, “ey sevgili kulu Tanrının, madem hayırlı bir işe başladın, bir iyilik daha yap da, eksik kalmasın işin.” Evet ağalar, benim traktörle sürülecek tarlanız, harmanınız benim biçer-döğerle kaldırılacak; ve herkes bana ufak bir hisse verecek, resmi bir anlaşma yapacağız sizinle.

SATILMIŞ - Yaşa ağam! Elin kolun dert görmesin. Bıktım kör sabanın peşinde ayak sürümek- ten! Nasıl istersen öyle olsun, sen nasıl uygun görürsen!

BİRİNCİ, İKİNCİ KÖYLÜ - Nasıl uygun görürsen!

ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ KÖYLÜ - Nasıl uygun...

OSMAN (kaş göz işaretleriyle “yapmayın, etmenin, razı olmayın” demeğe çalışır köylülere, anlamazlar. Derken atılarak): Olmaz Habib Emmi, Tanrı razı gelmez buna! (Herkes şaşkınlık içinde OSMAN’a bakar.)

HABİB AĞA - (Ürkmüş): Tann mı? Şey... yardım etmek benim isteğim, bundan kuşkusu olan var mı burda? (Köylüler”öyle yaa!” gibisinden bakarlar OSMAN’a.)

OSMAN - Bana yardıma gelen, tatlı yüzle girer de evime, bir daha çıkmaz; karnını hep benim soframda doyurmaya kalkar sonunda; yardıma gelen, Habib Emmi, bana buyurmaya kalkar sonun­da. Kendi yatağında aksın herkesin ırmağı, kendi yatağında bulanıp durulsun.

DURMUŞ - (Koşarak gelir, OSMAN’in elinden tutarak): Kendi yatağında aksın herkesin ırmağı.

OSMAN - Ödünç hırka giyeni, Habib Emmi, ya düğünde soyarlar ya bayramda, herkes kendi yağıyla kavrulsun.

BİRİNCİ, İKİNCİ KÖYLÜ - (Derin bir uykudan uyanırcasına, yüzlerinde anlayış parıltıları, gelirler, OSMAN’a katılırlar. Artık heybetli bir halay ezgisi başlamalıdır): Herkes kendi yağıyla kavrulsun!

HABİB AĞA - Kendi elimle geri veriyorum tarlasını herkesin, benden kuşkulanmanın yeri mi var?

OSMAN - Ne yapacağı bilinmez kişioğlunun, Habib Emmi; bir kuzeyden eser yeli bir güney­den. Dün aldın, bugün veriyorsun; nerden bilelim yarın geri almıyacağını?

HABİB AĞA - Bana hiç güven beslemiyen adama nasıl güvenirim kızımı?

OSMAN - (heyecanlanır, kaygılı, yutkunarak): Ayşe... (HABİB AĞA sevinir, OSMAN'ı sıkıştırmıştır.)

DUDU - (HURİ’ye): Domuzluğu tuttu yine bizim herifin!

HURİ - Can çıkmayınca huy çıkar mı, DUDU?

OSMAN - (Tehdit edercesine): Razı gelmez buna yeri göğü yaratan, Habib Emmi!

HABİB AGA - (İrkilir, aşağıdan alarak): Sen artık bendensin OSMAN’ım. Malım mülküm senin ola­cak ben gözlerimi yumunca. Hadi bana güvenmiyorsun diyelim, kendine de mi güvenin yok, OSMAN?

OSMAN - (kendi kendine): Ayşe... (SATILMIŞ duygulanarak gelir. OSMAN’a katılır; ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ KÖYLÜLER onu izlerler.) Habib Emmi, çiğ süt emmiştir insan. Gelgeç arzular üstüne ya­pı kurulmaz, bu işleri sağlam bir yasaya bağlamalı. (OSMAN halay çeker gibi, düzenli kımıldamaya baş­lar; yanındakiler ona ayak uydururlar. Ezginin etkisinden HOCAnın eli ayağı oynamaktadır.)

HOCA - (Yerinden doğrulup halaya katılarak): Çiğ süt emmiştir insan!

HEPSİ BİRDEN - (HABİB AĞA ‘nın çevresinde dönerek): Bu işleri sağlam bir yasaya bağlamalı!

OSMAN - Herkesin yarınına açılan güvenli bir yol sağlamalı.

HEPSİ BİRDEN - Güvenli bir yol sağlamalı!

HABİB AĞA - (Ortada tek başına kalmıştır, şaşkınlık içindedir; ezgi yavaş, yavaş ona da bulaşır; büyülenmiş gibi, halaya katılarak): Güvenli bir yol sağlamalı. (Derken coşar.) Siz de gelin kadınlar, katılın bize, bir daha yas düşmesin gönlümüze! Git DUDU, Ayşeyi’de çağır buraya, o da katılsın bize! (HURİ halaya katılır; DUDUOSMAN’a işaret eder. OSMAN yavaşça ayrılır halkadan, DUDU’nun yanına gelir.)

DUDU - Yanına koş Ayşe’nin! Sarardı soldu senden uzakta, canına yetti özlemin. Yanına var da yüzüne kan gelsin. (HABİB AĞA ‘nın yanında yer alır. OSMAN halay çekenlere sevinçle bakar bir an, sonra koşarak çıkar. Kahvedekiler, coşkunluğun doruğunda hora teperken)

PERDE