Başlangıçta büyü herkesin işi. Ama zamanla, bü­yüler çoğalıp çeşitlileştikçe, karışıklaştıkça durum değişiyor. Avcılıkla, savaşçılıkla büyücülüğün bir arada yürütülemeyeceği anlaşılıyor. Böylece büyücü­lük herkesin bilmesi gereken ikinci bir iş değil de, ay­rı bir iş olarak, başlı başma bir iş olarak önem kaza­nıyor. Büyüye en yatkın kişiler seçilip büyücülükle görevlendiriliyorlar. Büyücülerin tanrılarla ilintiler kurması, ataların, ruhların gücünü taşıması gereki­yor. Seçkin kişi durumuna yükselen büyücüler ise yerlerini sağlama bağlamak isteğini duyarak törenle­ri gittikçe karışıklaştırıyorlar. Zamanla büyücüler arasından biri baskın çıkıyor. Tek büyücüye geçili­yor. Ruhların yardımıyla hastaları iyileştirmek, avı çoğaltmak, yağmur yağdırmak derken büyücü toplu­luğun en güçlü kişisi, tanrıların, ataların elçisi olup çıkıyor.

İşte bu yükselişin bir noktasında ilkel tiyatronun rejisörüyle karşılaşıyoruz. Önceleri el birliğiyle or­taya konan oyunların, basit oyunların yerini büyü­cünün ortaya koyduğu daha karışık oyunlar alıyor. Müziği, dansları, olaylar dizisiyle ilkel tiyatro büyü­cülerin rejisörlüğüne bırakılmış oluyor.

Kadın şamanlar, kadın büyücüler de yok değil, ama ilkel toplulukların büyük çoğunluğunda hem tö­renlere katılanlar, hem de büyücüler erkeklerden se­çiliyor. Birçok yerlerde kadınlara seyircilik bile ya­sak. Buna karşılık, Avustralya’daki kimi topluluk­larda (temiz olmadığına inanılan) kadınların şarkı söylemelerine, sahne dışından oyunlara katılmaları­na izin veriliyor. Eskimolarla Kızılderililer ise kimi danslara, törenlere kadınların da katılmasını hoş gö­rüyor, seyirciler arasında yer almalarına da engel ol­muyorlar.

Eski Yunan Tiyatrosu’nda, Elizabeth Tiyatrosu’­nda, tiyatro kültürünün iyice yükseldiği o çağlarda bile, kadınların sahneye çıkarılmadıklarını ilerde göreceğiz.

Hayvan Maskeleri

Maske ilkel tiyatrodan da eskidir. Avcılık kadar eski. Ama ilk avcıların maskeleri bir hayvan başıyla derisinden başka bir şey değildir. İnsan elinden çık­ma, insan yapısı, bir güzelliği, gücü olan maskeler ise avcıların midelerini doldurmaktan öte amaçlar edin­meleriyle başlar. Bu çeşit maske günümüzde de dün­yanın her yanında kullanılıyor.

İlkel insan niçin maske yapmak gereğini duy­muş? Biri animizm, biri de totemizm diye anılan iki inanç var ilkel dinlerde. Maske yapmanın gerekçeleri olarak bu iki inanç öne sürülüyor. Bir de atalara ta­pınma işinde maskelerin önemi çok büyük.

Animizm

İlkel insan çevresindeki her şeyde kalıbından, dış varlığından ayrı bir öz olduğuna inanıyor. Bu öz bir “anima”, ya da ruhtur. İnsanın kendisi de öyle, vücudu ile ruhu ayrı. Siz kulübenizde yatarken ruhu­nuz ava çıkabilir, düşünüzde görürsünüz. Çalının, ır­mağın, ateşten çıkan dumanın bir ruhu vardır. İnsan ölünce ruhu vücudundan ayrılır, ama yok olmaz, gidip bir yabancı taşa, ya da başka bir şeye, oyulmuş bir odun parçasına girebilir. İçine ruh giren o şey bir güç kazanır, “fetiş”  olur. Bir ağaçtaki, ya da bir taştaki ruhun gücü, fetişteki ruhun gücü, insan­daki ruhun gücünden daha fazladır, onunla başa çık­mak daha zordur. Her şeyden önce, öldürülemez, son­ra istedi mi başka bir varlığa geçiverir. Ruhların önemi arttıkça, dinsel nitelikler onlarda toplanmaya başladıkça, insanoğlu fetişleri daha etkili kılmak isteğiyle maskeler yapmaya girişiyor. Maske ilkel in­sanın ruhları kendinden yana çekmesine yarayan, ta­biata yön vermeye çalışan büyülerin güçlenmesini sağlayan bir “anima” kalıbı, bir fetiş oluyor.

Totemizm

Hayvanları öldürüp yiyen insanoğlu onlardan başka bir türlü de yararlanmayı düşünüyor. Ruh ölümsüz gerçi, ama yaralanmaz, acı çekmez değil. İn­san yapısından, insan vücudundan daha sağlam bir yapıya girerse yaralanma, acı çekme olasılığı aza­lır. Aslan, fil, ya da yılan, topluluğun acı çekmemele­ri istenen ruhları için sağlam, tehlikesi az kalıplar. O hayvanlar yaşadıkça, içlerindeki koruyucu ruhlar da rahata erer, topluluğa herhangi bir kötülük gel­mesini önlerler. Seçilen hayvan çeşidi topluluğun “to­tem” idir. Totem’in her bakımdan kolaylanması, ya­şayışına yardım edilmesi gerekir. Onun için de totem hayvan “tabu” olur. Öldürülmesi kesinlikle ya­saktır. Çünkü toteme atılan mızrak topluluğa atılmış demektir. Totem hayvanın çoğalması özlenir. Av hayvanlarını çoğaltmak isteğiyle yapılan “taklit yoluyla büyü” bu hayvanların çoğalmasını da sağlayabilir. Ama öldürülmeleri yasak, kafaları, derileri yok elde. Toteme benzeyebilmenin başka yolları aranır, böyle ce de oymacılık sanatı, maskeler çıkar ortaya.

Toprağa bağlanmadan önce ilkel insanın tören­lerinde çok önemli bir yeri olan hayvanların, hayvan maskelerinin, sonra sonra bu önemi yitirdiği görülür. Eski Yunan’da satir oyunlarına, komedilere gi­rebilen hayvan maskeleri, trajedilere giremez.

Ata Maskeleri

Atalara tapınma konusunda maskenin önemi da­ha da fazla. Ölüler geri gelince maske kaçınılmaz oluyor. Her gün karşılaştığınız bir kimsenin çıplak yüzüne bakıp sevgili bir atanızı, ya da Orestes’i göre­bilmeniz kolay değil. Ama bir maske bu işi kolaylaş­tırabilir. Yunan Trajedisi’nde kahramanlar, tanrılar hep maskeli. Mısır’da da öyle. Çağdaş ilkel insanlar, zenciler, eskimolar, kızılderililer de, oyunlarında ya da danslarında atalarını canlandırmak için maskeden yararlanıyorlar.

Maske yapımında kullanılan maddeler çok çeşit­li. En fazla odun kullanılıyor, sonra da şunlar: deri, taş, deniz kabukları, madenler, pişirilmiş toprak, ku­maş, kabak örülmüş mısır kabuğu, hindistan cevizi lifi, bir de insan kafatası.

Maskenin Oyunu

Maske oyunlarda kullanılmakla yetinmemiş. Kanada’nın Büyük Okyanus’a bakan kıyılarında Alas­ka’da maskenin başlı başna oyun olduğunu görüyoruz. Bir tek: maske, değişebilen parçaların yardımıyla, bir hikayeyi baştan sona anlatıyor. Irmaklar, kıyılar, balığı, avı bol topraklar oradaki Kızılderilileri göçe­belikten kurtarmış, toprağa bağlanmadan, tarıma geçmeden bir yere yerleşmelerini sağlamış. Böylece toprak adamlarının kültür düzeyine yaklaşan, ama avcılığın geleneklerinden, inançlarından uzaklaşma­mış olan bir soy çıkmış ortaya. Totem hikayeleri ço­ğalmış, incelmiş, törenler karışıklaşmış, maskeler ise yeryüzünün başka hiçbir yerinde görülmeyen bir an­latma gücüne ulaşmış.

Her hikayenin ayrı bir maskesi var. Bir örnek verelim: Dansçı ortaya büyük, koyu renk, yuvarlak bir maskeyle geliyor. Tanrısal yüceliği, belki de yara­tılıştan önceki boşluğu gösteriyor böylece. Sonra dans ederken bir ipi çekiyor, bakıyorsunuz, maske bir kuşun gagasıyla kafası biçimini almış. Derken başka bir ip çekilince maske bir insan yüzü oluveriyor. An­latılan : “Yüce Ruh’un uçarak yeryüzüne inişi, insan olarak görünüşü.”

Maskeler günümüzün uygar topluluklarında da­ha çok bir eğlence kaynağıdır. Karnavallar, festival­ler dinsel çıkış noktalarından iyice uzaklaşmış bulu­nuyor.

İlkel Tiyatronun Önemi

İlkel tiyatronun ayrı bir oyun alanı yok, herhan­gi bir alanda oynanıyor; oyun yazarları da yok, el birliğiyle yaratılıyor; basit bir sahneye koyucusu, büyücüsü var yalnız. Çağdaş tiyatroyla karşılaştırı­lınca çok güçsüz görünüyor. Ama hiç de öyle değil gerçekte. ilkel tiyatro bir bakıma çağdaş tiyatrodan daha güçlü, daha önemli.

Bir topluluk düşünün, her şeysi tiyatrosuna bağ­lı. Oyuncu olarak, seyirci olarak tiyatrosunda bütü­nüyle yer alıyor. Tiyatroyla tapmıyor, tiyatroyla eği­tim, öğrenim görüyor, tiyatroyla savaşa hazırlanıyor, tabiatı değiştirme kavgasına bile tiyatrosuyla giri­yor. O toplulukta tiyatro öylesine önemli bir şey ki saatlerce, belki de günlerce süren oyun boyunca yapı­lacak bir tek yanlış hareketin cezası “ölüm” olabili­yor.

Gelişmiş, çok yönlü, anlatma gücü yüksek bir sanat olan çağdaş tiyatro ise bütün üstünlüklerine karşılık toplum hayatında böylesine önemli bir yer tutamıyor.