DENEME TÜRÜ VE ÖZELLİKLERİ
Yazı türleri içinde denemeyi ayırmak, yerini ve özelliklerini belirlemek için bugüne değin birçok tanım yapılmıştır. Bunlar arasında en yaygını ve en çok benimseneni şudur: “Yazarın özgürce seçtiği bir konuda, kişisel görüş ve kanaatlerini paylaştığı, sade, içten yazılara deneme denir. Denemeler genellikle orta uzunlukta yazılardır.”
Her tanım gibi denemeyle ilgili bu tanım da bir genellemenin ürünüdür. Bununla birlikte deneme yazılarında gördüğümüz birtakım temel niteliklerin ipuçlarını bu tanımda buluruz:
Deneme türünün özellikleri:
1-Deneme yazıları istenilen her konuda yazılabilir. Ölüm, yaşama sevinci, sevgi, dostluk, arkadaşlık, kıskançlık, özgürlük, tutsaklık, hayvan sevgisi... gibi her şey denemeye konu olabilir.
2- Deneme, okurlara hoşça vakit geçirdiği, onları avutup oyaladığı gibi, birtakım gerçekleri de öğretir. Ne ki okur, bunun ayrımına varmaz. Çünkü asık suratlı, güç okunan bir yazı türü değildir deneme.
3-Denemede söylenenler, okura iletilmek istenenler bir konuşma havası, bir söyleşme havası içinde verilir. Daha doğrusu denemeci bu hava içinde sanki kendisiyle konuşuyormuş gibi bir yol izler. Nitekim deneme türünün baş ustası ve babası sayılan Montaigne bunu bir denemesinde şöyle belirtir:
“... Başkaları insanoğlunu yetiştiredursun, ben onu anlatıyorum ve kendimde, pek fena yetişmiş bir örneğini gösteriyorum... Kendimi anlatırken söylediklerim değişik ve değişken olmakla beraber, hiç gerçeğe aykırı değildir... Her insanda insanlığın bütün halleri vardır.”
4- Denemeci, söylediklerini kanıtlama, belgeleme yoluna gitmez. Öne sürdüğü savı ya da düşünceleri kesin sonuçlara bağlamaz. Böyleyken denemelerin inandırıcılığı, yazarlarının içtenliğinden gelir.
5- Deneme yazarı dili ustalıkla kullanır. Söylediklerini dilin inceliklerinden yararlanarak güzel bir anlatımla vermeye çalışır. Nitekim, denemeyi makale, eleştiri, fıkra gibi öteki öğretici yazılardan ayıran yönlerinden biri de budur.
Deneme, bir bakıma fıkra gibidir. Ancak denemede duygusal hiç bir yön bulunmaz. Bu yazı türü daima fikre ve düşünceye dayanır. Deneme yazanın, sınırları çok geniş bir kültüre sahip olması gerekir. Deneme yazacak olan, önce taşacak kadar dolacak, sonra boşalacaktır.
Görünüş niteliği bakımından birbirine yakın düşen yazı türlerinin aralarındaki ayırımları görebilmek için, farklı türlerin özelliklerinin iyi bilinmesi gerekir. Bazıları, bir yazıyı, yazı türlerinden birine benzetemediği zaman “Bu yazı, fikir yazısıdır." deyip işin içinden çıkıveriyorlar. Halbuki “fikir yazısı” diye bir yazı türü yoktur. Çünkü en duygusal bir yazıda bile fikir vardır. Fikirsiz yazı olmaz. İşte çoklarının “fikir yazısı” diye nitelendirdikleri yazı türü denemedir.
Deneme nasıl yazılır?
a- Konu ve konu üzerinde ileri sürülen fikirler, okuyanı düşündürecek nitelikte olmalıdır.
b-Gereksiz felsefi derinleşmelere girişmemeli, düşünceler duru olmalıdır.
c- Öne dürülen düşünceleri, makalede olduğu gibi, ispatlama yoluna gitmemelidir.
d- Anlatım sade ve açık olmalıdır.
Deneme türünün tarihsel gelişimi:
Türk ve Dünya Edebiyatında deneme türü:
Batı edebiyatlarında ünlü deneme yazarları Fransız Montaigne (1533 -1596) ile İngiliz Bacon (1561 -1626) dur. Bizim edebiyatımızda bazı fıkralar (özellikle Ahmet Haşim’in fıkraları), deneme türüne alınabilir. Deneme, daha çok kültürlü insanlara seslenir.
Denemelerde görülen bu ayırıcı ve belirleyici niteliklerin bir bölümünü şu örnekte görebiliriz:
Örnek:
AKASYALAR ÇİÇEK AÇARKEN
Plaj mevsimi geliyor.
Kışın mangal başlarında, kalorifer yanında, denizin sadece sözlüklerde adı geçen bir nesne olduğuna inananlar, neon ışığında biçimini yitiren bacakları, göğüsleri, ruhlarıyla plajlara koşacaklar, bir sanatoryum açmazından yeni kurtulmuş hastalar gibi, sinirli karınlarıyla sırtlarını, güneşin, tuzlu suyun dinlendirici ürpertilerine bırakacaklar.
Gerçi doğanın, kış aylarında başka bir alımlılığı vardır. Haşim, denizi sevenlerin, rüzgâr ve fırtına mevsimi gelinceye kadar kıyılara uğramamalarını öğütler. Nedir, Haşim, doğadan, doğa güzelliklerinden sık sık söz açan bir ozan olduğu halde, kışın, sıcak odalara kapanıp uskumru dolması ya da Hindistan’dan fildişi fıçılar içinde getirilmiş Amba turşusu yemeyi her şeyden yeğ tutar.
Bana sorarsanız, kışın soba başı eğlencelerinin, tandır şenliklerinin pek iç açıcılığı yoktur. Fırın gibi yanan Şakir Zümre sobaları karşısında, yüzünüz İstakoz kırmızısı terlerken, sırtınızda, kutupları yalayıp gelmiş soğuklar cirit oynar. Kaloriferin ortaya çıkması, belki bu sobalı odaların rahatsızlığını bir parça olsun gidermiştir. Ama, kuyruk sokumuna buhar kazanı oturtulmuş evlerde oturmak da, bencileyin yazarların, bir on beş yıldan beri de orta hallilerin harcı değildir.
Kışın yazı yazmak şöyle dursun, doğru dürüst kitap bile okuyamazsınız. Yaz ayları ise tam tersine, sizi kitaba yaklaştırmak için her türlü şaklabanlığı yapar.
Cömert yaz, konuksever yaz, bu işe daha nisandan başlar. Cemrelerin üçü de düşüp, hava ısınmaya başladı mı, yaz mevsimi, insanlara, özellikle ozanlara, okuma yerleri açmak için, doğanın dağlarını, nehirlerini, ağaç altlarını harekete getirir. Doğa da buna teşnedir. Yazın, ya da baharın ilk işaretlerini alır almaz, o da her yana tuzaklarını kurar, mutluluk yuvalarını yeni bir temizlikten geçirerek, insanların, ilk insanların, kovuklarda, mağaralarda yaşamış insanların kendine dönüşünü bekler.
Yazın, her biçimde ve her zaman, geceleyin, gün ağarırken, kuşluk vakti, ikindi, gece yarısından sonra, bağdaş kurarak, bükülerek, uzanarak, yana kıvrılarak, arka üstü yatarak, eğilerek, diz çökerek, yuvarlanarak, şarkı söyleyerek, bira içerek kitap okunabilir. Yani, yazın kitap okumanın hiçbir is-kesi yoktur.
Doğrusu ya, kitap okuma biçimleri, yılın öteki mevsimlerinde de bir yasaya bağlanmış değildir. Kimileri, beş on kitabı birden okumayı sever. Kimileri de, bir kitabı bitirmeden bir başkasına başlamaya, dünyanın en…”