Yunan trajedi yazarları tiyatronun sınırlamalarına uymak zorunda oldukları kadar ,edebiyatın sınırlamalarına da uymak zorundaydılar. Dithirambos şiirlerinden kalma gelenekler vardı. Bunların en ö nemlisi, hem de günümüzün seyircileri için anlaşılması en güç olanı koro’dur.

Çağımızın tiyatrosuna alışmış kimseler koroyu saçma bulabilirler, yazarın çalışmasını zorlaştıran bir öğe olarak görebilirler. Gilbert Murray  bunu şöyle anlatır: Kadın kahraman önemli bir iş yapmaya hazırlanıyor, diyelim kocasını öldürecek, ya da topluluğun iyiliğine yönelen bir harekete geçecek, birden on beş konuk çıkageliyor. Kimi zaman gelişlerinin bir nedeni var, kimi zaman nedeni de yok. Bir tek yaşlı koca varsa, oldu mu size on beş yaşlı koca! Hele bu on beş konuk bir de dans etmeye girişirler

Dikkatle okursak, Gilbert Murray bu sözleriyle, koronun Yunan oyun yazarlarına bir engel değil de, bir yardımcı olduğunu belirtiyor, diyebiliriz. Koro oyuncularla seyirciler arasında yer alıyor; ne oyuncu, ne de seyirci. Arada bir bağ, bir köprü. Seyircilerin oyuna daha yakınlaşmalarını, oyuna katılmalarını sağlıyor. Büyük, ya da korkunç olaylar karşısındaki duyguları en tam, en son biçimiyle koro deyimliyor. Oyuncunun duygularını başka bir ortama taşıyor. Oyundaki kişilerin bütünüyle duyamadıkları, ya da sözcüklerle anlatılamayacak duyguları seyircilere koro iletiyor. En kaba acılar koroda şiirleşiyor. Yunan trajedisi iki ayrı düzlemde, iki ayrı dünyada yaşatılmış. Seyirci önce kişilerle, onların kişisel duygularıyla ilgileniyor, sonra da koroyla, yükseltilmiş, kopartılmış, kişilerden ayrılmış duygularla.

Koronun oyunla seyirciyi birbirine yaklaştırmaktan başka bir görevi daha var: Sahneleri ayırmak. Koro bölümlerinin kimi zaman  her zaman değil  oyunları beş sahneye ayırması, Romalı şair Horace’nın Yunan trajedileri beş perde olarak yazılırdı kanısına ulaşmasına yol açmış, bu yüzden de Rönesans eleştirmenleri bütün oyunların beş perde olarak yazılması gerektiğini ileri sürmüşlerdi.

Yunan trajedilerinin üç birlik kuralına uyduğu da doğru değildir. Zaman birliği, yer birliği, hareket birliği  Aristoteles incelediği oyunlarda, Aeschylus’un, Sophocles’in, Euiripides’in oyunlarında, bunlardan yalnız birinin bulunduğunu söyler. O da her iyi oyunda bulunan hareket birliği. Kimi Yunan trajedilerinde olay birkaç yerde geçer; yer birliği olmayınca zaman birliği de olmaz elbette.

Trajedi İle Komedinin Dört Yüce Yazarı

Aeschylus’tan önce de trajedi yazarları vardı. (İ.Ö. 534 yılında, Atina’da ilk trajedi yarışması yapıldığı zaman daha Aeschylus doğmamıştı bile.) Eu ripides’ten sonra da birçok trajedi yazarı yetişmiştir; yetişmemiş olması düşünülemez. Ama üç büyüklerin eserlerinden başka, günümüze bir tek eser kalmış: Rhesus. Öte yandan, pek önemli görülmeyen bu oyunu da Euripides’in yazdığını ileri sürenler oluyor. İ.Ö. beşinci yüzyıldan günümüze kalabilen komediler ise yalnızca Aristophanes’in komedileri. Bir yüzyıl sonra yaşamış olan Menander’in Yeni Komedi’sinden de ancak birkaç eksik örnek var elimizde.

Batı dünyası 1453 yılına kadar Yunan oyunlarından pek azmi biliyordu. İstanbul’un Türklerce alınması üzerine İtalya’ya kaçan bilginler bu eski oyunların Bizans’taki yazmalarını da götürdüler. Sonraları doğu Akdeniz şehirlerinde daha başka oyunlar da bulundu. Aesehylus’un, Sophocles’in, Euripides’in, Aristophanes’in yazdıkları günümüze kalmış da, ikinci derecedeki sanatçıların yazdıkları neden kalmamış? Bu soruya şöyle cevap verilebilir : Elen dünyasında tekrar tekrar oynanan, yazma kopyaları çoğaltılan oyunlar onların oyunlarıydı. Yazdıklarına değer verildiği için, eserleri saklanıyordu.

Üç büyük trajedi yazarının günümüze kalan oyunlarında, Yunan Tiyatrosu’nun olduğu kadar, Yunan kültürünün de gelişmelerini, değişmelerini açıkça görebiliyoruz. Tiyatro geleneklerine uyan Aeschylus daha çok koroya dayanıyordu. Konulan, temaları hem geleneksel, hem de dinseldi. Düşünceleri suçlularını Olemp yasalarıyla cezalandıran, devletini Olemp yasalarına göre kuran bir dünyanın eski düşüncelerine bağlıydı. Oyunlarında olaylar dizisi basittir, yarattığı etkiler açık, güçlü etkilerdir. Sophocles’in oyunlarındaysa olaylar dizisi daha karışıktır; o da gerçi dinsel geleneklere bağlıdır, ama tanrısal adaletten çok, yarattığı kişiler arasındaki ilişkilere ö nem verir. Euripides ise ayrı bir yolun öncüsüdür. Onun ilgisi bütünüyle kişilerine yönelmiştir; bir de çağının geleneklere aykırı, tanrılara karşı sayılan düşüncelerine... Birçok bakımlardan tam anlamıyla “modern” bir insan olan Euripides’in hem ilk gerçekçi yazar, hem de ilk kadıncı  yazar olduğu söylenebilir. Kişilerinin tabiatın istekleriyle çatışan ruhsal durumlarını incelerken ahlak kurallarını da, din kurallarını da çiğnemekten çekinmemiştir. Kendi şehri Ispartalılarla ölüm kalım savaşındayken, Trovalı Kadınlar gibi savaşları yeren bir oyun yazmış olması çok ilginçtir. Kısacası, Euripides gözlerini insanların iç dünyalarına çevirmiştir. Ondan önceki yazarlar trajediyi insanla tanrısal yasaların çatışmasından çıkarıyorlardı, Euiripides ise trajediyi insanın kendi içindeki iyi eğilimleri ile kötü eğilimlerinin çatışmasında aramıştır. O da kişilerini mitolojiden alıyor, ama gerçekçi bir anlayışla işliyordu. Aeschylus ile Cophocles’ten çok daha az armağan kazanmış olmasını yadırgamamalıyız. Çağının ilerisinde bir yazardı. İ.Ö. beşinci yüzyılda Atinalarca beğenilmeyen ayıplanan oyunları, yüz yıl sonra Elen dünyasının en beğenilen oyunları haline geldi. Onun için de günümüze kalan eserleri Aeschylus ile Sophocles’inkiler den daha fazla. Kimi oyunlarından  özellikle Helena’dan  Euıipides’in ne trajedi, ne de komedi olan bir oyun çeşidini denediğini anlıyoruz.

 Hemen hemen bütün trajediler hikayelerini, kişilerini mitolojiden alırdı  yalnızca Persler adlı oyununda Aeschylus kendisinin de katıldığı bir savaşı anlatmıştır. Agathon adlı bir oyun yazarı mitolojiyle ilgisi olmayan şeyler yazmayı denemişse de, başarı sağlayamarnış.

Eski Komedi İle Yeni Komedi

Geleneklere bağlı bir kimse olan Aristophanes’in komedilerinde Atina’nın yaşayışı, politikacıları, filozofları, oyun yazarları alaya alınırdı. Komedilerin kuralları trajedilerden daha da sıkıydı. Gene de bu karışık, ayrıntılı kalıplar içinde, gerek Aristophanes, gerek öbür komedi yazarları yergiye bol bol yer verdiler; maskaralıklardan, açık saçıklıktan da bol bol yararlandılar. Aristophanes Bulutlar adlı eserinde Sokrates’le, Kurbağalar adlı eserinde de Euripides’ le alay eder.

Komedi yarışmaları İ.Ö. 486 yılında başlamıştı. Aristophanes’le en büyük sanatçısını veren Eski Komedi anlayışı, bir yüzyıldan azıcık daha fazla bir zaman sonra, yerini Menander’in Yeni Komedi’sine bırakmak zorunda kaldı. Yergiden uzaklaşılıp günlük hayatın gülünç olaylarına yönelindi. Pinti yaşlı adam, düzenci köle gibi kişiler sahneleri doldurmıaya başladı. Gene maske taktırıyordu, ama koronun şarkı söylemekten başka bir görevi kalmamıştı. Menander’in kişileri her halde tiplerdi, günlük hayatta sık sık karşılaşılan kimseleri belirleyen, özelliklerini ortaya vuran tipler. Ne yazık ki bu yazarın yüze yakın komedisinden elimizde ancak birkaç eksik örnek var.

Yunan Tiyatrosunun Sonu

Trajedi Atina’nın Persleri geri püskürttüğü, demokrasi anlayışı içinde yaşadığı yüce günlerde doğmuştu. Pelonezya Savaşı’nın yarattığı kargaşalıklar, acılar, iç çöküntüler içinde öldü. I.Ö. beşinci yüzyılın büyük sanatçıları arkalarında büyük bir boşluk bırakarak gittiler. Onların yerini dolduracak çapta yazarların yetişmemesi tiyatronun gösteriye, sahne ustalıklarına yönelmesine yol açtı. Diyonisos’un tiyatrosu da, tıpkı kendisi gibi ölümsüz ruhuna düşman olanlarca parça parça edilmişti. Ama o da gene tıpkı Diyonisos gibi  bir gün yeniden doğacaktı. Rönesans’ta.