ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ

Şiir Nasıl İncelenir?

Şiir İnceleme Örneği

Şiir Tahlili

İnsanın duygu ve düşüncelerini kendine özgü dil ve ifade kalıpları ile anlatmasına şiir denir. Şiirin kendine özgü kuralları ve dil yapısı vardır. Bir şiirde cümlelerin devrik olması, ifadelerin mecazlı olması, benzetme ve kişileştirme gibi sanatlardan yararlanılması, mısraların kullanılıp dizeler arası ölçü uygunluğunun bulunması şiir türüne özgü uygulamalardır. Çoğu şiirde dilbilgisi kuralları aranmaz.

Şiir genel olarak iki başlıkta incelenir:

a-      Biçim (Yapı) özellikleri

b-      İçerik özellikleri

 

İNCELEME AŞAMALARI

a-      Biçim özellikleri:Bir şiir biçim(yapı) yönünden incelenirken şiirle ilgili şu sorulara cevap aranır:

1-      Şiirin nazım biçimi nedir?

Nazım biçimleri:Koşma, semai, destan, varsağı, gazel, kaside mesnevi… ; sone, triyole (örüşük uyak), terza rima, serbest nazım vb.

2-      Şiirin nazım birimi nedir?

Nazım birimleri:Dize, beyit, dörtlük, bent… vb.

3-      Şiirin ölçüsü nedir?

Şiirin ölçüsü:Aruz, hece, serbest ölçü…

4-      Şiirde ahenk unsurları nelerdir?

Şiirde ahenk unsurları:Kafiye – redif,

 

b-      İçerik Özellikleri:Şiirler içerik yönünden incelenirken şu sorulara cevap aranır:

1-     Şiirin konusu ve teması nedir?

Şiirde konu:Şiirde konu incelenirken her birimde ne anlatıldığı tek tek ele alınır. Şairin birimlerde vurgulamak istediği düşünce belirlenir.

Şiirde tema:Bir şiirde tema çoğunlukla bir kelime ile ifade edilir: Aşk, sevgi, doğa, bahar vb. Kelime gurubu ve cümle ile ifade edilen temalar da vardır: Anne sevgisi, geçim sıkıntısı, baharın gelişi, memleket özlemi vb. Tema bir şiirde her birimde işlenen ortak iletiden hareket edilerek bulunur.

2-     Şiirde ne anlatılmaktadır, ileti nedir?

İleti:Şiirin okura vermek istediği duyguya ileti denir. Bir şair şiirinde memleket özlemini anlatıyor ise vermek istediği ileti gurbette, memleketten uzakta, yaşamanın çok zor olduğudur.

3-     Şiirin dil ve üslup özellikleri nelerdir?

Şiir dili:Açık, anlaşılır, sade ya da kapalı, sanatlı, ağır bir şekilde olabilir.

4-     Şiirde söz sanatları nelerdir?

Söz sanatları:Şiirde benzetme, eğretileme, tariz, akis, iştikak, tecrit gibi sanatlar aranır.

5-     Şiirde zihniyet nedir?

Şiir ve Zihniyet:Şiirin yazıldığı dönemde siyasi, sosyal, askeri, dini, ekonomik, kültür vb. gibi unsurlarla olan bağlantısı aranır. Örneğin Eski Anadolu döneminde yazılmış bir şiirde İslamiyet’i ilk defa tanıyan bir topluma dini tanıtmak için islami konuların işlenmesi zihniyet ile ilgilidir.

6-     Şiirin ait olduğu gelenek nedir?

Şiirde gelenek:Her şiir belli bir geleneğe bağlı kalınarak yazılır. Şair kendinden önceki geleneklerden etkilenir ve kendinden sonraki gelenekleri etkiler. Örneğin biçim ve içerik yönünden incelenen bir şiirin ağır bir dille yazılmış olması, imge ve mazmunlardan yararlanması onun Eski Türk Edebiyatı geleneğine bağlı olduğunu gösterir.

7-     Şiir ve şair arasındaki bağlantı nedir?

Şiir ve Şair:Her şiir şairinin kişiliğinden, hayatından, görüş ve inanışlarından izler taşır. Örneğin çocuk doktoru olan bir şairin çocuk şiirleri yazması şair ve şiir arasındaki bağlantıya işaret eder.

Örnek Şiir İnceleme:

MAKBER

Eyvah, ne yer ne yâr kaldı,

Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı,

Şimdi buradaydı, gitti elden,

Gitti ebede gelip ezelden.

Ben gittim, o hâksâr kaldı,

Bir kuşede târmâr kaldı,

Bâki o enıs-i dilden, eyvah,

Beyrut’ta bir mezar kaldı.

Makber, sonudur dekaayıkın bu,

Bir sırr-ı garibi Hâlikin bu.

Bir ntır ki meyl-edince hâbe,

İnmekte şu bir yığın türâbe.

En yükseğidir şevâhikın bu.

En mudhişidir hakayıkın bu.

Abdülhâk Hâmit Tarhan

Biçim açıklaması:

-          Şair, “Makber”den alınan bu parçada genç yaşında veremden ölen çok sevdiği eşi Fatma Hanım’ın ölümünden duyduğu acıyı, coşkulu duygulanmalar, felsefi görüşlerle dile getirmektedir.

-          Şiir aruz’un:

(Mef û lü /me fâ i 1ün / fe ulün) Fa’lün

Ey vâh / ne yer ne yar / kal dı

kalıbıyla yazılmıştır.

-          Makber 8’er mısralık bölümler halinde yazılmıştır. Her bölümün kafiye şeması şöyledir:

a —yâr (kaldı-redif)

a —zâr ( “ “ )

b —elden

b —ezelden

a —hâksâr (kaldı-redif)

a —târmâr ( “ “ )

Serbest   (karanlık)

a —mezâr (kaldı-redif)

-          Bir ana konu “ölüm” üzerinde 295 bentlik “2360” mısra uzunluğunda ilk eserdir. Klasik plan düşüncesinden uzak bulunmasına karşın, ölüm karşısında insanoğlunun duyduğu birbirine zıt duygulan zincirlemesine ifade edişiyle edebiyatımızda muhteva “içerik”, bakımından da yenilik sayılır.

-          Makber’de Divan şairi Şeyh Galip’in etkileri belirgindir. Ayrıca yer yer de Fuzuli’nin kimi mısralarından esinlenmelere rastlamaktayız. Şöyle ki:

Kâm aldı bu çerhden gedalar

Ferdalara kaldı âş- nâlar

Durmaz mı o ahdler, vefâlar

Geçmez mi bu ettiğim dualar.

Şeyh Galip-Hüsn ü Aşk.

 

Bi-fâide gördü çok cefalar

Bigâne bulundu âşnâlar

Kâr etmedi verdiğim devâlar

Geçti yere ettiğim dualar.

A.Hâmit-Makber

-          Şair eserin tümünde tezatlı söyleyişlerden geniş ölçüde yararlanmıştır.

Bir nur ki meyledince hâbe

İnmekte şu bir yığın türâbe

En yükseğidir şevahi- ki bu

En müthişidir hakayıkın bu

Yağsın neyi varsa kâinatm

lâkin şu derin sükût dinsin.

Kesme yolumu ey hayatımı katil.

Ey mevt, beni siyânet eyle

Hem ölüme katil diyor, hem ona sığınıyor.)

-          Şair, ölümle ilgili bir takım soyut düşünceleri anlatmak zorunda kaldığı için yabancı sözcük vb. tamlamalara fazlaca yer vermiştir:

enîs-i dil: Gönül dostu

dekayık: İncelenmesi gerekli ince noktalar, dakikalar;

pâyân: Son, bitim,

semavat: Gökler,

şevahik: Tepeler, yükseklikler,

tebah: Yok olma, tükenme,

hâksâr: Toz toprak içinde vb.

-          Kafiyeler tam kafiyedir: (yâr-zâr, mezar, el- den-ezelden. mâh-tebâh vb.)

-          “Yığın” sözü mezar toprağı anlamınadır.

-          Makber’de çok kuvvetli şiirsel söyleyişler yanında basit ve acemice söyleyişlere rastlanması, şairin geçirdiği derin bunalımın olduğu kadar, üslûp kaygısı duymamasının da bir sonucudur.

Anlam açıklaması:

-     Eyvâh, ne yer, ne yâr “sevgili eşim” kaldı. Sadece geriye gönül dolusu inleyişler ve ahlar kaldı. Biraz önce yanımdaydı, elimden çıktı gitti. Bir bilinmezlikten gelip bir başka bilinmezliğe, sonsuza gitti. Onu ne yazık ki toz toprak içinde bıraktım. Perişan ve bitkin bir köşede kaldı. Geride o gönül dostundan ancak Beyrut’ta bir mezar kaldı.

Makber yani ölüm geçen dakikaların sonudur. Yaradanın bir garip sırrıdır. Nedeni ve sonucu karşısında insan aciz kalır. Aslında bir ışık olan insan, bir uykuya dalar gibi ölüyor ve şu bir yığın toprağa gömülüyor. Bu küçük toprak yığını aslında yüksekliklerin en yükseğidir. Gerçeklerin en dehşet vericisidir. Ey talihsiz insan, bu gerçeği anlamaya çalışman boşuna. Sana lâyık görülen budur. (ölüm her canlının, özellikle insanoğlunun, ne kadar yaşasa mutlaka karşılaşacağı bir son’dur. Hiçbir gerçek onun kadar kesin ve inandırıcı olamaz. Zengin, fakir, genç, yaşlı hiçbir canlı ölümden kurtulamaz, ölüm insanoğlunun değişmez alınyazısıdır.)

-          Gitti gözlerimin önünden ah, gitti. Maksatsız ve günahsız olarak gitti, “ölüm insanı bir amaçla dünyadan koparıp almıyor ki.. “Her insan dünyada birdir, tektir, ama kimse onun gibi “eşi Fatma Hanım” eşsiz bir tek olamaz. O ay yüzlü, bir tane idi, gitti. Aylarca yavaş yavaş öldü gitti, “veremin seyrini anlatıyor” Ey Tanrım o benim ışığımdı, şimdi söndü, karanlık içinde kaldım, seni bile görmesem yeridir Tanrım. (Burada şair, ıstırabının derinliğiyle isyan duygularını dile getiriyor. Aslında Tanrı’ya sığınma anlamı gelebilecek içtenlik dolu bir söyleyiş içindedir.)

-          Fatma, mezardan çık, ayakta dur. Hâtıramdaki halini sürdür. Bu sırrı “ölüm sırrı” sakın gizleme, ne olur bir iki söz söyle. Ben senden böyle bir söz istiyorum. Güller gibi ince ince gülümse. Gönül yarama çare bul, bunu yürekten iste ne olur. Bir tatlı bakışla, bir gülüşle, yaşadığım günleri “ömrümün geri kalan günlerini” bütünle.

-          Faydasız yere çok eziyetler çekti. Dostlar ise hep kayıtsız kaldı, çekingen durdular. Devran büyük ama ben neyleyim? Biliyorum, hiç kimsenin elinden bir şey gelmez. İnsan olmakla hep böyle ezilecek miyim? Onun iyileşmesi için elimden gelen her şeyi yaptım. Hangi ilâcı verdiysem şifa bulmadı. İyileşmesi için ettiğim dualar kabul olmadı. Her şeyi bilen Tanrı seni de gördük. Sen de çare bulamadın. (Şair çaresizlik içinde konuşuyor, insanı küçük yaratan Tanrı’dır tabii. Ölüm insanın alınyazısıdır. Bunu bildiği halde sitem, isyan duygularıyla sonunda yine acizliğini anlayarak Tanrı’dan yakınıyor.)

-          Sen yaradanımızsın, sana inandık. Bu çektiğimiz sıkıntı ve üzüntüler ancak sende son bulur. Sen varken, mutlaka ahiret de vardır. Şüphe yok ki kusurlarımızı engin bağışınla affedersin. Zaman zaman sana isyan eder oldum, ama bunu insan olmama, beni küçük yaratmana bağla, vicdanım yine sana bağlanmak istiyor. Biliyorum ki sevgilim sana ulaştı. Hasta olduğunda ona derman olmadın. Madem ki en büyük güç sende, o halde ona yeniden hayat verebilirsin. Onu yeniden yaşama kavuştur.

-          Tanrım bana yardımcı ol. Ne yapacağımı şaşırdım. Bana bir yol göster. Ondan ayrı kaldım ama nerde olduğunu göremedim, çünkü beni ölüm ile öyle çarptın ki.. Sonunda kendi kendime “Ey can gel artık bu sonuca inan, git mezarını ziyaret eyle” dedim, önümü kesme ey hayat katili, ölmek ona ulaşmaktır, anladım! Ey ölüm ne olur, beni koru, ona bir an önce kavuşayım.

-          Yeryüzünde yaşayanlar gökleri yer edinip oraya yerleşsin. Ecel, bütün yönleriyle ortaya konulduğu için öfkesinden tepinsin dursun. Bin gürültü, bin kıyamet olsun. Tanrı’nın yardımı, binlerce deprem olsun. Mahşer, “yani bizden önce ölenler” dirilerek kalkıp mezarlarının üstüne çıksın. Gökteki yıldızlar ve gezegenler birbirlerine çarparak kırılıp yeryüzüne insin. Evrenin neyi varsa yağsın, ama beni perişan eden bu ölüm sessizliği dinsin. (Şair, burada, ölümün sırrını çözememekten dolayı duyduğu kızgınlık ve umutsuzlukla kıyametten daha büyük yıkımlar, sarsıntılar istemektedir.)