Yavuz Sultan Selim Hânın önünde

Ok atan ihtiyar Bektaş subaşı,

Bu yüksek tepeye dikti bu taşı

O Gazi Hünkârın mutlu gününde.

 

Vezir,molla,ağa,bey takım takım,

Güneşli bir nisan günü ok attı.

 

….

Başlarken aldığım gazâ yarası

 

İçinden çektiğim bu altın oktu!

 

Yahya Kemal Beyatlı

 

Anlam açıklaması:

Dil, tıpkı mevsim mevsim rengini, yapraklarını yitiren ve baharla birlikte yeni yapraklar edinen ağaca benzer, Dilin yaprakları kelimelerdir. Çünkü onlar da değişen yaşam koşullarına uyarak eskimekte, unutulmakta ya da yeni anlamlar kazanmaktadırlar.

Melek” kelimesinin, bu değişimin en tipik örneklerden biri olduğunu söyleyen yazar; kadın saçlarının kesilmesi, eteklerin kısalması, çeşitli boyalarla yüzlerin değişmesi nedeniyle, sözlük anlamını yitirdiğini ileri sürmektedir. (Melek sözcüğü bugün de saflığın, temiz yüzlülüğün, uysallığın kadın kişiliğinde bir belirtisi sayıldığına göre, Ahmet Hâşim’in iddia ettiği gibi “geçmişin silik şekilleri arasına düştüğü” söylenemez.

Biçim açıklaması:

 “Ok” şiiri Yahya Kemal Beyatlı’nın hece ölçüsüyle yazdığı tek şiirdir. Padişah Yavuz Sultan Selim’in de katıldığı ok atma töreninde ihtiyar Bektaş Subaşı’nın sihirli ve kutsal saydığı okunu hedefe tam isabet ettirişi anlatılıyor.

Hece ölçüsünün 6 + 5= ll’li kalıbıyla yazılmıştır. Kafiye şeması şöyledir: Her dörtlüğün 1-4 ve 2-3. mısraları kafiyelendirilmiştir.

a-   önünde

b-  Subaşı           

b-  taşı       

a-   gününde

Şiirde Beyatlı’nın şiir anlayışına ters düşen “nazmı nesre yaklaştırma” eğilimi dikkati çekmektedir. Şöyle ki:

1)  Vezir, molla, ağa, bey takım takım Güneşli bir nisan günü ok attı.

2)  Dedi ki: “İstanbul muhasarası Başlarken aldığım gaza yarası İçinden çektiğim bu altın oktu!”

Şiirdeki kişiler:

Hünkâr: Sultan, padişah

Subaşı: Osmanlılar döneminde sipahi teşkilâtının küçük rütbeli subayları ile kentlerdeki zabıta memurlarına verilen ad.

Koca: Yaşlı, gün görmüş, tecrübeli, olgun kişi, (şiirdeki anlamı)

Gaza: Cenk, savaş, kutsal değerler uğruna yapılan savaş.

Eğerçi: Her ne kadar.

Yaman: (Şiirde) ustaca.

Kemankeş: Yay çeken (ok atan)

Şiir, bir hikâye üslubuyla yazılmıştır. Düz yazı biçiminde yazarsak bu tutum daha iyi anlaşılır.

Şiirde olay örgüsü – kurgu:

1)  Bu taşı, Yavuz Sultan Selim Hân’ın önünde ok atan İhtiyar Bektaş Subaşı, o Gazi Hünkâr’ın mutlu gününde bu yüksek tepeye dikti.

2)  Vezir, molla, ağa, bey takım takım, güneşli bir nisan günü ok attı. Kimi yayı öptü, kimi fırlattı. En er kemankeşe üç atım yetti.

3)  En son Bektaş Ağa, dizüstü çöktü. Titrek elleriyle yayı gererken, er yandan alayı bir merak sardı. Ok uçtu, hedefin kalbine düştü.

4)  Hünkâr dedi: “Koca! Pek yaman saldın. Eğerçi benim katımda bellisin. Bu sihirli oku nereden aldın?

5)  İhtiyar elini bağrına soktu; “İstanbul muhasarası başlarken aldığım gazâ yarası içinden çektiğim bu altın oktu” dedi.

Osmanlılar döneminde toplumumuzda birçok unvan kullanılırdı. Aşağıda bunlardan bazılarının anlamlarını bulacaksınız.

Vezir: Devletin bakanlık, valilik gibi yüksek görevlerinde bulunan ve “paşa”lık sanını taşıyanlar.

Molla:

a- Medrese öğrencisi

b- Büyük bilgin.

Ağa: Kimi örgütlerin başında bulunanlara verilen resmi ad. (Yeniçeri ağası, Çarşı ağası.)

Bey: Zengin, ileri gelen, hatırı sayılır kişilere verilen ad.

Kolağası: Osmanlı ordusunda, yüzbaşı ile binbaşı arasında yer alan rütbe. Önyüzbaşı.

En er kemankeşe yetti üç atım” mısrasındaki “er” sözü “usta”, “yetti” sözü ise “gerekti” anlamına kullanılmıştır. En usta ok atıcıların bile ancak üç atışta hedefi vurabildikleri anlatılmak istenmiştir.

“Hünkâr dedi: Koca pek yaman saldın” mısraında geçen “ koca ” ihtiyar, “yaman” ise “ustaca” anlamınadır.

Anlam açıklaması:

Bu şiirde olay; on altıncı yüzyılda Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim döneminde geçmektedir. Eskiden İstanbul’da ok atma yarışlarının yapıldığı geniş meydanlar vardı. Bunlardan biri de II. Beyazıt’ın yaptırdığı, bugün de aynı adla anılan Ok Meydanı’dır. Şiirde anlatılan olay bu meydanda geçmektedir.

Şiirde Bektaş Ağa hedefi tam ortasından vurduğu ok’a kutsal bir değer veriyor. Bunun nedeni Ortaçağ’ı kapatıp Yeniçağ’ı açan İstanbul’un fethi gibi çok önemli bir olayın içinde bulunması ve yarasının içinden çekip çıkardığı bir ok olmasıdır. Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim dönemlerinde en az altmış yıl gerek savaşlarda gerekse yarışlarda, avlarda ok atmış usta bir okçu için İstanbul’un Fethi’nden kalan bu ok, çok değerli bir anı olmaktadır.

Bu taş bu yüksek tepeye Büyük Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han’ın da katıldığı bir ok atma töreninde birinciliği kazanan Yeniçeri subaylarından Bektaş Ağa tarafından dikilmiştir.

O mutlu günde meydana paşalar, yöneticiler, sivil ve asker ileri gelenler ok atmaya geldiler. Kimileri iyi atış yaptıkları için sevinçlerinden ok ve yaylarını öptüler, kimileri de hedefi vuramadıkları için sinirlenip oklarını bir kenara fırlattılar. En güçlü, en usta ok atıcılar bile üç defa atmak zorunda kaldılar.

Sıra yeniçeri ağalarından Bektaş Ağa’ya gelince Ağa dizüstü çöktü, titrek elleriyle yayı gererken, meydandakileri bir merak sardı, acaba hedefi vurabilecek miydi? Ama ok, uçtu, hedefin tam kalbine, ortasına düştü.

Bu başarıya herkes gibi padişah da şaştı, çünkü Bektaş Ağa, çok yaşlıydı. Ağaya: “İhtiyar, çok ustaca bir atış yaptın. Gerçi ben seni yakından tanır ve ustalığını bilirim ama ilk atışta hedefi tam ortasından vuruşuna doğrusu şaşırdım. Bunun bir sırrı olsa gerek. Bu sihirli oku nereden aldın? dedi.

İhtiyar, bu sözler üzerine elini göğsüne soktu ve: İstanbul kuşatması başlarken aldığım bir gaza yarasının içinden çekip çıkarttığım ok, işte hedefe tam isabet ettirdiğim bu çok değerli oktu.” dedi.